Cinepopularica: Mike Nichols
Mike Nichols etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mike Nichols etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Aralık 2017 Perşembe

Charlie Wilson's War / Charlie Wilson'ın Savaşı 2007

Üçüncü türden diplomatik ilişkiler



Mike Nichols'ün 1966 yılında Kim Korkan Hain Kurttan? filmiyle başlayan sinema serüveninin son filmine geldik çattık. 2007 yılı yapımı Charlie Wilson'ın Savaşı filminden sonra iki filme yapım desteği vermesinin dışında sinemadan uzak duran Mike Nichols 2014 yılında aramızdan ayrıldı. Hayatını kadın erkek ilişkilerini anlatamaya adamış, arada sırada sıradan filmlerle finansman tazeleyip geri dönüşler yapmaya çalışmış büyük bir kariyerin adıdır Mike Nichols. Gönül isterdi ki doğrudan politik alanın çiğ tuzağıyla kapanış yapmasındı, fakat Charlie Wilson'ın Savaşı 1980'lerde Amerikan destekli Afgan milislerinin Ruslara karşı direnişini anlatan düz bir film.


Charlie Wilson (Tom Hanks), Orta Doğu'da Amerikan politikaları konusunda lobi ve yaptırım faaliyetleri yürüten Teksaslı bir kongre üyesidir. 1980'lerde Rusların kontrol ettiği Afganistan'da milisleri ve çeteleri Amerika adına ağır silahlarla donatan Wilson, kazandığı başarıların ardından bir süre daha Afganistan'da kalıp genç nüfusu eğitmeyi önerir. Bu karar ciddiye alınmaz ve Charlie Wilson'a göre bu gelecekte tehlikeli bir yeşil kuşak yaratacaktır. 


Filmin senaryosu sürükleyicilikten uzak ve senaryo kişileri vodvil tiplemesi gibi sahneye girip amaçsızca belirip kayboluveriyorlar. Amaca hizmet eden tek karakter Charlie Wilson. Amerika'nın günah çıkarması denmiş ve yerden yere vurulmuşsa buna tamamiyle katılmıyorum. 2007 yılında Amerika hala Irak ve Afganistan'da sıcak savaş içerisindeydi. İkiz Kuleler olgusu da tazeydi. Bu durumda, yani Amerikan diplomasisi içerisinde hala haklılığını savunan çoğunluk varken, ''Biz Orta Doğu'da ortalığı karıştırıp, çekiliriz'' demek az bir iş değil. Zira bu filmleri halk izliyor, mesaj da halka. Bunları göz ardı ederek meseleyi sinemaya indirgersem, Nichols'ün büyük bir oyuncu kadrosuyla yaptığı finali başarısız bulduğumu söyleyerek Mike Nichols'e veda etmiş oluyorum.  


Filmin Fragmanı

27 Aralık 2017 Çarşamba

Closer / Daha Yaklaş 2004


Fethetme arzusuna daha yaklaş



Aşk ilişkilerini en derinlikli biçimde anlatan yönetmenlerden biri olan Mike Nichols, sanırım özellikle iki filmiyle öne çıkıyor ve tanınıyor. Bu filmlerden biri onun başyapıtı sayılan 1967 yapımı Aşk Mevsimi ise diğer film kesinlikle Daha Yaklaş'tır. Nichols'ten bağımsız olarak seri bir biçimde iyi filmler izlediğimiz 2000'ler sinemasının önemli ve akılda kalan filmlerinden biri olarak da analım bu filmi. Yönetmen, bu kez hiçbir sırrı saklamayan, şeffaf karakterler üzerinden ilişkilerin karmaşık doğasını, aşk oyunlarının sahiciliğini ve değişmeyen acıları gösteriyor.


Yazı kariyerinde ilerleyemeyip ölüm ilanları yazarak geçinen Dan (Jude Law), tanık olduğu kazada yaralanan Alice'e (Natalie Portman) aşık olur. Alice'le tanıştıktan sonra işleri yoluna giren Dan yeni kitabının kapak fotoğraflarını çeken Anna'ya (Julia Roberts) aşık olur. Dan kendisine istediği yakınlığı göstermeyen Anna'ya bir oyun hazırlar ve internetten tanıştığı Larry (Clive Owen) ile buluşmasını sağlar. Bu tesadüfi buluşma sonucunda Larry ve Anna evlenir. Ancak Dan ve Anna tekrar birlikte olunca bu dörtlü arasında karmaşık bir şehvet çemberi oluşur. 


Yazının başında Nichols'ün diğer önemli filmi olan Aşk Mevsimi'nden bahsetmiştim. O klasik filmde serseri mayın gibi olan erkek karakter günün sonunda romantizmine tutunuyordu. Net bir hamle yapan bir baş karakterle ona net karşılık veren bir kadın karakter vardı. Bu filmi karmaşık kıldığını düşündüğümüz şey aslında realizm iken o filmde 60'lar romantizmi baskındı. Closer'ın karakterlerinden Larry, Mike Nichols'ün 1971 yılı yapımı filmi İlk Defa'nın sürekli ilişki kovalayan aşırı gerçekçi karakteri Jonathan'la birebir örtüşüyor. Mike Nichols'ün derin bakış açısı ve tutarlılığı burada şeffaflaşıyor işte.


Filmin Fragmanı

Wit / Nükte 2001

Kendimle bir konuşmam oldu




Teknolojik gelişmelerin ardı ardına devam ettiği, her yanımızı sardığı bugünlerde alt edemediğimiz bir gerçekle karşı karşıyayız: Kanser. Çığ gibi artan vakalar insanı yavaş yavaş dirençsizleştirerek kendi benliğine yabancı hale getiriyor. Nükte, bu zihinsel ve fiziksel direncin düşüşünü anlatan bir film. Şu zamana kadar kanseri konu edinen filmler arasında et çarpıcı olan film de bu bana kalırsa, zira arka planda insanın büyüttüğü egosuna, hayattaki anlamına, hatıralarına ve yaşamın gelip çattığı son düzlükteki çaresizliğe dair mükemmel bir resital var bu filmde. Başrolde filmi yaşayan Emma Thompson'ın Margaret Edson'ın tiyatro oyunundan tv için senaryolaştırdığı film Mike Nichols'ün Televizyon için çektiği ilk film ve Muhteşem dizisi Angels in America'nın da habercisi olma niteliğinde.


Genellikle TV filmlerini burada yazmamaya özen gösteriyorum. Sinemada gösterilmemiş işlerin, hele de başarılı olanların sinema seyirciliği gibi önemli bir kültürel alışkanlığa darbe vurabileceğini düşünüyorum. Nükte gibi filmler ise genele yayılabilmeli. TV'de gösterilmelerinin giderek iyi bir film izlemeye davet edici ve yaygın hastalıklara karşı duyarlılığı arttırıcı bir yanı olacaktır. Mike Nichols tiyatro oyunlarını perdeye ve ekrana aktarmaya düşkün bir yönetmen. Kimi zaman başarılı kimi zaman değil ama bu iki sanat dalını bir araya getirdiği Kim korkar hain Kurttan? ve Kuş Kafesi gibi filmleri onun kariyerinde önemli bir yer tutuyor. 


Saygın Edebiyat Profesörü Vivian Bearing (Emma Thompson) yumurtalıklarından vücuduna yayılan kanserin dördüncü aşamada olduğunu öğrenir. Dr. Kelekian'ın (Christopher Lloyd) kliniğinde tedaviye alınan Vivian, bir dönem edebiyat derslerini alan doktor Jason Posner'le (Jonathan M. Woodward) de burada karşılaşır. Öğrencileriyle olan mesafeli ilişkisi, hayatı büyük bir disiplinle geçirmiş olması bir süre sonra her şeyi sorgulamasına neden olacaktır. 


Emma Thompson, filmin her manada yıldızı. Senaryolaştırdığı metinle kurduğu bağ mükemmel, zaten eliyle yarattığı kurguya son derece hakim. İzlediğim en iyi oyunculardan biri olan Thompson daha önce Mike Nichols'ün yapımcısı olduğu Günden Kalanlar filminde de mükemmeldi. Nükte, ölüme gidilen çaresiz yolda geçmişe dönüp dönüp hayıflanma hissiyle paramparça eden bir yapım. Bu süreç herkes için eşit ilerliyor, Vivian önce saygın geçmişine rağmen basit bir et parçasına dönüşümünü sorguluyor, sonra kabullenip dayanılmaz ağrılarıyla yüzleşiyor. Nükte mükemmel bir film, ama aynı oranda yürek burkan bir film, izlemeden önce bunun bilinmesi iyi olur. 


Filmin Fragmanı

26 Aralık 2017 Salı

The Birdcage / Kuş Kafesi 1996


Tutmuş bir parodinin parodisinin parodisi



Jean Poiret'nin aynı adlı oyunundan sinemaya uyarlanan Kuş Kafesi, Mike Nichols filmografisi içerisinde sadece komedi ya da saf komedi olarak tanımlayabileceğimiz tek film. Filmi daha önce izlememiştim, bir şey kaybetmemişim. Elbette ülkemizdeki kaba saba özensiz komedi filmlerine oranla her anlamda kaliteli bir yapım olduğunu eklemekle birlikte, Mike Nichols'ün serüvenine yakıştıramadığım yeni bir film Kuş Kafesi. Sinema için değilse de tiyatro sahnesinde cazip bir seyirlik olabileceğini eklemek isterim.  


Evlenmeye karar veren Barbara (Calista Flockhart) ve Val (Dan Futterman) önlerindeki en büyük engeli aşmaya çalışmaktadır. Val'un eşcinsel kabare işleten ve bunu yaşam tarzı haline getirmiş olan babası Armand Goldman (Robin Williams) toplumsal ahlakı sorgulayan yeni oyununa çalışırken, Barbara'nın senatör babası Kevin Keeley'in (Gene Hackman)başı katı ahlaki değerleri savunması yüzünden büyük beladadır. Bu iki ucu bir araya getirip evliliğe adım atmak oldukça zor olacaktır. 


Bildiğiniz gibi anne kılığına bürünmüş adamlar, yolunda gitmeyen tanışmalar, telaşla saklanan sırlar sinema ve özellikle dizi seyircisi için fazla sıradan, hatta 1950'lerden beri Amerikan mizahının temel taşı bile diyebiliriz. Robin Williams kabarenin her şeyi rolünde yere göğe sığdırılamayacak bir oyunculuk sergiliyor. Sevgilisi rolünde Nathan Lane ve Hank Azaria da öyle. Kabare tarafında oyunculuklar oldukça renkli. Belki de filmi izlenir hale getiren de sadece bu. 


Filmin Fragmanı

25 Aralık 2017 Pazartesi

Regarding Henry / Kendini Arayan Adam 1991



Her şerdeki hayır üzerine köpürtmeler



 J.J. Abrams günümüzün önemli yapımcılarından biri. Ülkemizde daha çok Lost adlı dizinin yaratıcısı olarak bilinse de portfolyosu oldukça dolu bir dizi ve film yazarıdır aynı zamanda. Kendini Arayan Adam'ın senaryosunu yirmi beş yaşındayken yazıp Mike Nichols gibi bir yönetmene ulaştırmış olması büyük bir olanak. Bazı insanları başarı merdivenlerinden yukarı doğru adeta itekleyerek çıkarıyorlar. Fikrin pek de geçer akçe olmadığı kavramsal metinlerin yanında Amerika ekolü hikaye ve olay anlatan senaryolar da söz konusu. Yani yapımcıya ilginç gelecek bir senaryonuzun olması gerekiyor. Kendini Arayan Adam'ın konusuna değineceğim, işte o zaman yeni bir numarası olmayan ikinci kalite bir senaryonun ve Hollywood'un farkına tekrar varmış olacağız. 



Başarılı ve hırslı avukat Henry (Harrison Ford) , eşi Sarah (Annette Bening) ve kızıyla (Kamian Allen) bile zaman geçiremeyecek kadar yoğun çalışan ve etrafındakilere değer vermeyen bir adamdır. Bir market soygununda kafasından vurulan Henry hafızasını kaybeder ve uzun bir tedavi sürecinin ardından evine döner. Her şeyi yavaş yavaş hatırlamaya çalışa Henry değişmiş, etrafındakilere ve ailesine değer veren bir adam haline gelmiştir. Geçmişte hem avukat hem de bir baba ve eş olarak yaptığı şeyleri telafi etmeye çalışacaktır.


Senaryo ortadayken kalkıp da Mike Nichols'ün ilişkilere bakışından bahsetmek saflık olur. Ortada kötülük ve hırsla bir yere varılamayacağını söyleyen, kariyer hırsını kötüleyen bir anlatı var. Bu anlatı kötü, hırslı, üst orta sınıf Amerikalıya veriliyorsa ne ala, biliyoruz ki öyle değil. Mesaj Çalışan Kız filminde olduğu gibi kalbi temiz tutan beyaz Amerikalılar için. Gelin iyisi mi oyuncularla bitirelim. Harrison Ford filmde dönüşüm yaşayan adam olarak son derece başarılı, Harrison Ford zaten farkındalığı olan iyi bir aktördür. Genç ve güzel Annette Bening, Amerikan sinemasının özel ve güçlü bir oyuncusudur ve bu filmin de şanslı taraflarından biri. 


Filmin Fragmanı

Postcards from the Edge / Yaşamın Kıyısından Kartpostallar 1990



Üşüdüm üstümü örtsene anne






Daha önce birkaç yönetmenin filmografisine yakından bakmıştık. 1960'lı yıllardan bu yana film yöneten yönetmenlerin hepsinde gözle görülür bir gerileme söz konusuydu. Mike Nichols için de bu böyle maalesef. Dönemden kaynaklanan genel bir rahatsızlık, sinema sektörünün katı, muhafazakar ve idealizmden yoksun hale gelmesi gibi etkenler de söz konusu. Çalışan Kız, Baş Belası'na göre iyi bir film demiş ve geçmişin bu büyük yönetmenine karşı ümidimi iyiden iyiye yitirmeye başlamıştım ki imdada Yaşamın Kıyısından Kartpostallar yetişti. Filmi izlemeden konusuna göz gezdirmek ve oyuncu kadrosunun yerleşimine bakmak bile bilinçli bir izleyiciyi heyecanlandıracaktır. 


İlişkiler olgusuna yeniden ve başka bir biçimde geri dönülmüş olması sevindirici. Filmin bu anlamda sağlam bir anne kız çatışmasına ve iletişimsizliğine gelip çatması iki büyük oyuncunun bol gerilimli sahnelerine fırsat tanıyor. Sabun köpüğü filmlerde film tiplerinin sahte meslekleri olur. Nichols de buna meyletmiştir. Bu filmde iki karakterin de mesleğiyle ilgili arka plan mükemmel anlatılmış. Yan karakterler filmin dışında bırakılmamış ve ana karakterlerle nedensellik bağı bulunmayan kimse kuru kalabalık etmiyor. Nichols bu filmde anne kız arasındaki psikolojik krizi ortak şöhret kavramıyla anlatıyor. Şöhretle ilgisi olmayan anneannenin kaygısızlığının yanında, birbirlerine uzak hisseden anne ve kızın aslında ne denli benzer bir krizin içinde olduğuna ufak farklarla (biri uyuşturucu diğeri alkol) tanık oluyoruz.



Ünlü bir oyuncu olan Suzanne Vale (Meryl Streep), uyuşturucu bağımlılığı nedeniyle setlerde zor günler geçirmektedir. Ağır bir krizden sonra hayata döndürülmesinin ardından annesiyle (Shirley MacLaine) birlikte yaşaması şartıyla tekrar çalışmasına izin verilir. Annesiyle geçmişten getirdiği sorunları hortlayan Suzanne, birlikte geçirdikleri zamanla birlikte eski ve ünlü bir oyuncu olan annesini anlamaya başlayacaktır. 



Meryl Streep, Mike Nichols'ün bir döneminin vazgeçilmez oyuncusu ve birlikte özellikle Silkwood gibi muhteşem bir performansları var. Oradaki serseri halleri burada baskı altında ve her an patlamaya hazır bir kadına dönüşmüş, gözlerinde sakladığı serserilik saklı kalmak kaydıyla tabii ki. Muhteşem bir oyuncu olduğuyla ilgili şüphe duyan varsa özellikle bu iki performansa bakmalı. Gelelim Shirley MacLain'e. İzlediğim en iyi yardımcı kadın oyuncu performanslarından biri bu filmde ve ona ait. Gel gör ki şahane Oscar adaylığı bile yok o sene! Emin olun Shirley MacLain'i izlerken gözünüz ne konuyu ne de Meryl Streep'i görecek.



Filmin Fragmanı

24 Aralık 2017 Pazar

Working Girl / Çalışan Kız 1988



Ye, dua et, çalış




https://cinepopularica.blogspot.com/2017/12/working-girl-calsan-kz-1988.html

Mike Nichols'ün bir önceki filmi Heartburn için düşündüklerimi onaylayan Yeni bir Mike Nichols filmiyle karşınızdayım. Herhangi bir vasfı olmadığı için tek çözüm yolunu iyi ve sevimli olmakta bulan ve başarısızlığının sebebini iyiliğini bağlayan tembel bir insan düşünelim. İyiliği yapay, planlı ve gösterişe dayalıdır. Baş Belası'nı izlerken böyle düşünmüştüm işte. Enikonu kötü bir filmdi, Working Girl ise seyri daha mümkün olan, bir olay örgüsü etrafında ilerleyebilen, asgari de olsa cazibeye sahip bir ''Feel good movie''. Mike Nichols gibi özel bir sinemacının Amerika film endüstrisi içerisinde sadece inandığı işleri çekerek finansman yaratması imkansız. Onun filmografisine dahil etmekle beraber başka türden bir parantez açarak izlediğim filmler için yazdığım yazılarda görece eleştirel bakıyorum bu yüzden. Stüdyolar Mike Nichols gibi kariyeri ve hikaye inşa etme becerisi yüksek, birinci sınıf yönetmenlere film çektirirken bazı star oyuncuları projeye inandırmakta daha az zorlanıp onlardan daha yüksek verim alabiliyorlar. Bu, gişe başarısının çalışan formüllerinden biri. Working Girl'ü, döneminin romantik komedi geleneğine yeni bir şey katmadığı için geçiştirebilirim belki ama günümüz romantik komedilerinin en azından reji anlamında fersah fersah ilerisindedir.

https://cinepopularica.blogspot.com/2017/12/working-girl-calsan-kz-1988.html

Uzun yıllardır sektererlik yapan Tess McGill (Melanie Griffith), işe yeni başlayan, hırslı ve genç patronu Katharine Parker'a (Sigourney Weaver) kendi fikri olan bir satın alma projesinden bahseder. Patronu, hem fikrini çalar hem de sevgilisi Mick'le (Alec Baldwin) ilişki yaşamaya başlar. Tüm bunların üzerine Tess, değişmeye ve intikam almaya karar verir. Patronunun hastalığını fırsat bilerek projesini üstlenen Tess, firma sahibi Jack Trainer'e (Harrison Fordkendisini patron olarak tanıtıp onunla aşk yaşamaya başlar. Jack, Tess için hem bir sevgili hem de intikam fırsatına dönüşür. 

https://cinepopularica.blogspot.com/2017/12/working-girl-calsan-kz-1988.html

İlişkilerin kimyası söz konusu olduğunda derinlemesine irdeleyip özel bir hikaye sunan Mike Nichols'ün sınıfsal ve sosyo-politik bir tabanı da var. Alman sinema ekolünden yetiştiği ve 50'lerin, 60'ların sinemasıyla kendisini var ettiği için yöntemsel yaklaşımı budur. Nora Ephron romantik komedi olarak tanımlanabilecek olan türün belki de en bilinen birkaç filminin yazarı. Senarist olarak fikirleri bana pek cazip gelmese de Mike Nichols'ün senaryo üzerinde hiçbir değişim talebi olmaksızın filmi çekip stüdyoya teslim ettiğine eminim. Kalbini ferah tutup biraz çabalarsan hak ettiğini alırsın gibi basite indirgenmiş bir fikir Nichols'ün harcı değil. Nora Ephron'un seri üretim romanları ve senaryoları yönetmen ve yapımcı tarafından dokunulmamak kaydıyla sonraki yıllarda da çekilmeye devam etmiş. You've Got Mail ve When Haryy Met Sally epey başarılı olurken onlarcası hüsranla dolu. Finali izleyiciye kaderci bir iyilik hazzı tattıran Working Girl, iyi bir yönetmenin vasat işi. Önem atfettiğim durum şu ki; Bu filmle Mike Nichols'ü keşfeden biri yönetmenin diğer filmlerine yönelme hevesini bulabilir mi acaba?

Filmin Fragmanı

23 Aralık 2017 Cumartesi

Heartburn / Baş Belası 1986



Yol kazası




Kimi filmler sırf oyuncu kadrosu için bile olsa izlenmeyi hak eder. Jack Nicholson ve Meryl Streep gibi iki önemli isim bir araya geldiğinde bu film yapımcı için gişede güçlü bir koza dönüşür. Benim için Mike Nichols sinemasında erişebildiğim filmlerden biri Heartburn. Bu filmin Nichols'ün filmografisinde zayıf bir halka olduğunu bilerek izledim. Nichols, yine o meşhur durum tutarlılığını ve sınıfsal bakışını hissettirsin istedim. Üzülerek söylemem gerekiyor ki Jack Nicholson ya da Meryl Streep'in ciddi bir hayranı değilseniz bu filmi izlemiş olmak sizi üzecektir. 


New York's romantik filmler senaristi Nora Ephron'un otobiyografik izler taşıyan senaryosu, Orta yaşlı muhabir Mark (Jack Nicholson) ile yemek yazarı Rachel'ın (Meryl Streep) ikinci evliliklerini, çocuk sahibi olup mutlu evliliğe inanma ve evliliğin yıpranma süreçlerini anlatıyor. Film bir şekilde lezzetsiz ilerliyor. Bu tür piyasa filmleri sevilmek için sevimli olmak zorundadır, ama ne yazık ki Meryl Streep haricinde filmin farkında olan kimse yok. Jack Nicholson beğendim bir aktör değildir ama birkaç iyi yönetmenle çalıştığı bir iki iyi filmi vardır. En hafif ifadeyle Jack Nicholson bu filme hiç yakışmamış diyip geçmek isterim.

Filmin Fragmanı

Silkwood 1983


Tek başına



Mike Nichols'ün karakter yaratma biçimi Amerika sineması içerisinde son derece ayrıksı. Bu farklı tutumu, filmlerinin ve özellikle oyuncularının perdede özgürce salınmasıyla sonuçlanıyor her seferinde. Meryl Streep bu filme kadar 1977'de başlayan sinema oyunculuğu kariyerinin başlarında olmasına rağmen altı yılda üç Altın Küre, iki de Oscar ödülü kazanmış genç bir oyuncu. Meryl Streep, Mike Nichols'le birlikte gözüme hep daha serseri görünmüştür. Silkwood her anı ve her sözüyle mühim bir film olmasının yanında mükemmel bir Meryl Streep resitalidir. 


Texas'ta bir plütonyum işleme tesisinde üretim görevlisi olarak çalışan Karen Silkwood (Meryl Streep) diğer çalışanlar gibi büyük bir radyasyon riski altında çalışmaktadır. Birbiri ardına görülen vakaların ardından Karen de defalarca radyasyon yanıklarına maruz kalır. Bu süreci basına yansıtmaya karar verdikten sonra istenmeyen kişiye dönüşür ve diğerlerinin ciddi tepkileriyle karşılaşır. Karen bu süreçte kararlıdır ama işler istediği gibi gitmeyecektir. 


İlişkileri büyük ciddiyetle anlatan ve onları toplumsal bir olgu olarak sinemanın konusu haline getiren önemli yönetmen Mike Nichols bu kez de yaşanmış bir olayı olgusallaştırıyor. Bir yönetmen her seferinde aynı konuyu değişik açılardan incelemekle yükümlü değildir elbette, fakat tutarlı olmasını beklediğim bir şey varsa o da anlatım tutkusunun konu seçmemesidir. Bu tutkunun Mike Nichols'e ait olduğunu karakterlerin gerçekliğinden anlayabiliyorsam benim için bu gerçek bir Nichols filmidir. Filmin temelde iki mekanı var. Bir Plütonyum işleme tesisi ve ana karakterin yaşadığı ev. Evi işyerinden soyutlamadan ayrı kılabilmek büyük bir başarı. Kurt Russell ve Cher ev kısmında başka bir anlatım zenginliğinin zeminini oluşturmada Meryl Streep'le birlikteler. 


Silkwood, Mike Nichols filmlerinde karşılaştığımız gibi zemininde sınıfsal bakış bulunan bir film. Karakterlerini zengin kılan şey bu.  Bu film özelinde senaryoya konu olan radyoaktif tehlikeyi konuşturması başlı başına kıymetli. Radyasyon meselesine dair gündem hep taptaze. Basın da hükümet de bu sahtekarlığın bir parçası. Silkwood bu konuda gerçeğin acı bir tablosunu çiziyor. Ajite etmeden, dimdik durarak, gerçekçi bir biçimde hangi tarafta olmamız gerektiğini bir kez daha gösteriyor. 


Filmin Fragmanı

22 Aralık 2017 Cuma

Carnal Knowledge / İlk defa 1971


Skor peşinde!





İlişkilerin kıyısında köşesinde debelendiğimiz ilk gençlik yıllarında filmlere erişim kolay değildi. Varsın olsun. Bu gibi filmlere hangi yaşta rastladığın kimin umrunda değil mi? Mike Nichols ilişkilerin her boyutuyla ilgilenip konuyu derinleştirmeye devam ediyor. Onun sinemasına tanıklık etmek başlı başına özgün bir deneyim. Zira Amerika sinemasında bu tür konulara onun kadar rahat ve titiz yaklaşan yönetmen bulmak oldukça zor. İlişkileri sinir krizinin eşindeki çiftler, hastalıklı aşklar, büyüme derken İlk Defa ile Nichols sinemasında konu tatminsizliğe geldi dayandı. 


Jonathan (Jack Nicholson) ve Sandy (Art Garfunkel) ilişkileri ve deneyimleri hakkında konuşmaktan fazlasıyla hoşlanan iki üniversiteli arkadaştır. Utangaç Sandy, Fütursuz Jonathan'ın teşvikiyle tanıştığı Susan'a (Candice Bergen) aşık olur, Jonathan da bu ilişkiye dahil olur. Karmaşık flört üçü için de son bulur. Okulu bitirip iş dünyasına atıldıklarında ise Jonathan Bobbie (Ann-Margret) adında bir kadınla, Sandy ise Cindy'ledir (Cynthia O'Neal). Sandy ilişkilere samimi yaklaşıp mutluluğu aramaya devam ederken Jonathan tatminsizleşir ve giderek batağa saplanır. 


Mike Nichols cinsel keşfi The Graduate'te olduğu gibi yine genç bir erkek üzerinden kuruyor. Bu kez yalnızlık ve bunalım temasını biraz daha farklılaştırıp arkadaşlığa rağmen iktidarı da sorguluyor. Burada Jonathan ve Sandy'nin hayatına girip çıkan kadınlardan daha önemli olan şey Jonathan'ın bir yandan Sandy'ye karşı iktidar oyunu oynaması. Jonathan duygusuzluğu ve sınırsız cinsel hazzı temsil ederken Sandy tutkulu sadakati arıyor. Yönetmen Nichols bu konuda tarafını belli etmiyor. Kimin daha başarılı olduğunu bilemiyoruz, fakat Jonathan'ın iktidarsızlaşmasına odaklanarak en azından kimin daha kötü duruma düştüğünü bizlere gösteriyor. Jack Nicholson'ın kıyıda köşede kalmış pek de bilinmeyen iyi bir performansı var bu filmde. Kaçırmayın derim.

Filmin Fragmanı

21 Aralık 2017 Perşembe

Catch-22 / Barışa giden yol 1970



Bol yıldızlı cephe güldürüsü




1970'li yıllar Amerika Sinemasında antimilitarist filmler çağıdır. Özellikle cepheyi anlatan filmlerle cephe bürokrasisi mizahi bir dille aktarılır. Cephe gerisinde, geride kalanların ön planda olduğu savaş karşıtı pek az Amerikan filmine rastlıyoruz. Barışa giden Yol, aynı yıl Robert Altman'ın çektiği M.A.S.H filminin bir başka versiyonu gibi, fazla sayıda karakteri takip etmemizi bekleyip senaryoyu geri planda tutan bir film. Klasik bir Amerikan filminin anlatıcılığa dayalı yapısına alışkın izleyiciler için bu film oldukça zor bir yapıda ilerliyor. Mike Nichols yine de bir kara komedi olarak tasarladığı filmini zevksizliğe boğmadan ve en önemlisi makul bir sürede tutup filme imzasını atmış bulunuyor. 


Amerika sinemasının çok önemli figürlerini kadroda barındıran Barışa giden yol oldukça açık bir biçimde iki bölüme ayrılıyor. Baş karakter diyebileceğimiz Yossarian'ın (Alan Arkin) cephedeki deliliğini Amerikan tarafından veren güldürüye dayalı ilk bölüm ve filmin üçte birini oluşturan kara komediye dayalı İtalya bölümü. Zira filmdeki Amerikan askeri İtalya'da görev alıyor. Catch-22 film için uydurulmuş bir hava kuvvetleri uçuş mutabakat maddesi. Uçuş için akli melekelerin yerinde olduğunu ispat maddesi. Filmin baş karakteri Yossarian bu maddeye dayanarak Amerika'ya dönmeye çalışan asker rolünde. Filmin kadrosunda Alan Arkin'in yanı sıra, Orson Welles, Martin Sheen, Jon Voight ve Art Garfunkel gibi ünlü isimler yer alıyor. Filmin büyük bir kısmında Amerika'nın elinde bulunan teknik imkanlara hayıflandım, bu imkanlarla muhteşem bir savaş karşıtı drama çekilebilirmiş diye düşündüm. İtalya sokaklarını gördüğünüzde pek de tatlı olmayan Amerikan mizahı yerine ister istemez böyle düşüncelere kapılabilirsiniz.


Filmin Fragmanı

The Graduate / Aşk Mevsimi 1967



Sevmeyi öğreniyorum





Aşkın dört bir tarafını dolanan Mike Nichols bu kez aşkta çömezliği anlatıyor. Başroldeki Dustin Hoffman otuz yaşında ve daha önce birkaç tv dizisinde yan rollerde oynadıktan sonra ses getirmeyen bir filmin ardından Mike Nichols'la buluşuyor. Amerika sinemasında 60'lı ve 70'li yıllar bugün anlatılması çok zor konuları dönemin zehir gibi yönetmen kuşağı sayesinde seyirciyle buluşturuyor. Orta yaşlı bir kadın, onun kızı ve yeni mezun bir genç delikanlı arasındaki aşk üçgeni finalde net br romantizmle aydınlanıyor ve hepsi bu kadar! 


Üniversite eğitimini tamamlayıp ne yapacağına karar vermek için bekleyen Benjamin (Dustin Hoffman), derin bir bunalımın içerisindedir. Kafasını dağıtmak için gittiği şehir dışındaki evde babasının patronunun karısı Mrs. Robinson'ı (Anne Bancroft) görür ve ona saplantılı bir biçimde tutulur. Daha çok keşfetmeyi çağrıştıran bu aşkın yanı sıra bir de Bayan Robinson'ın kızı Elaine (Katharine Ross) vardır ve Elanie Benjamin için romantizmin ta kendisidir.


Kim korkar hain kurttan? gibi zor bir filmden sonra ticari basitliğe saplanmamak zor iş. Özellikle sektörde ikinci filmini çeken bir yönetmen için tavrını tarzını belli edeceği alanda ısrar edebilmek oldukça zor. Nichols sinemasında şu ana kadar gözüme çarpan bir diğer noktayı da araya sıkıştırmak isterim. Kendisi tek karakter üzerinden filmi kotarmaya çalışmıyor. Benjamin dışındaki, Bayan Robinson ve Elaine karakterleri kağıt üzerinde yaşayan tipler değil. 


Nichols bir sonraki filminde Amerika'nın savaş eleştirisini kara mizah yoluyla verecek, fakat Aşk Mevsimi'nin Benjamin'i dönemin çalkantılı dünyasıyla bağlantılı olarak pasifist, dalgın ve depresif olarak resmedilmiş. En azından Bayan Robinson'la olan ilişkisinde bu yönde bir tavır var. Elaine ile olan ilişkisini ciddiye almaya başlayıp sorgulama aşamasından eylem aşamasına geçiyor ve çağın gerçeğine uygun olarak kişisel devrimini gerçekleştiriyor. Filmin efsaneleşmiş final sahnesi özellikle mutlu son olgusunu aşıp bu açıdan değerlendirilmeli bana kalırsa. 

Filmin Fragmanı

20 Aralık 2017 Çarşamba

Who's Afraid of Virginia Woolf? / Kim korkar hain kurttan? 1966



Herkes delirtebilir sevdiğini




Mike Nichols, Amerika Sineması içerisinde ilişkileri en iyi anlatan yönetmenlerden bri olarak anılır. Daha sonra aktaracağım filmlerinde genellikle kadın erkek meselesine ve aşka derinlikli yaklaşımına tanık olacağız. İlk filmi olan Kim korkan hain kurttan? ile bu konuya oldukça sert bir giriş yapmış bulunmakta. Hem dönemin iki büyük oyuncusunu yönetmek hem de aralarındaki gerilimli aşkı senaryonun gerilimiyle dengelemek ve seti yönetmek özellikle zor olsa gerek. Bu film, tiyatro olarak defalarca oynanmış ve oyuncularını sahnede devleştirmiş bir metne dayanıyor. Aynı zamanda son derece ayrıntılı bir ilişki analizi olduğunu söylemem lazım. İnternetten mutlaka bu filmle ilgili psikanalitik incelemeleri okuyun ve meseleyi daha derinden kavrayın derim. 


Orta yaşlı tarih profesörü George (Richard Burton), çalıştığı okulun yöneticisinin alkolik kızı Martha (Elizabeth Taylor) ile evlidir. Martha bir akşam için genç bir çifti yemeğe davet eder. George, hasta ruhlu eşini memnun etmek için bu daveti zoraki de olsa kabul eder. Gece boyunca çiftler arasındaki bütün sırlar açığa çıkar ve ilişkiler sorgulanır. 


Bir ilk film için zor bir seçim olduğunu söylemiştim, fakat izleyici için de oldukça zor bir süreç. İyi oyuncuları izliyor olsak da gerek filmin bitmek bilmeyen süresi gerek tek mekanda geçiyor oluşu bizi perdede tiyatro eseri izlemeye zorluyor gibidir. Basit aşk filmleriyle kıyaslama yapmak bu filme haksızlık olur. Diğer aşk filmlerinin yanında açıkçası bu film bir açık kalp ameliyatı gibi, haftalar süren bir psikanaliz seansı gibi. Aşkın nefretle bağı üzerine izlenebilecek en iyi birkaç filmden biri. Bahsettiğim gibi süresiyle ve hikaye formuyla günümüz izleyicisine pek bir anlam ifade etmeyecektir. Filmlere tutkun insanlara yazdığımı düşünerek umutla öneriyorum. 

Filmin Fragmanı