Cinepopularica: 1966
1966 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1966 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ocak 2018 Perşembe

Erogotoshi-tachi yori: Jinruigaku nyûmon / Pornocular 1966



Pornocusun dediler..



Imamura'nın bu ilginç filminin 1966 yılında Pornocular adıyla Türkiye'de vizyona girdiğini düşünmek ne büyük iyimserlik olur değil mi? Türkçe çevirisine rastlayamadığım halde bu filmi Pornocular olarak tanıtmak istiyorum. Batıda The Pornographers olarak bilinen filmin orijinal adı, yazı içerisinde geçirmek için fazla uzun ve ezberi lüzumsuz. Imamura sanırım Nagisa Oshima'yla birlikle Japonya sinemasının en marjinal yönetmeni, filmlerinde kadının toplumdaki yeri, cinsellik, aldatma ve intikam temalarını cesurca işleyerek Japon Yeni Dalga Sineması'nın (Nuberu Bagu) bayrağını taşımış isimlerdendir kendisi. Pornocular, psikolojinin derin olgularına hatta toplumsal tabulara yönelen oldukça sert bir film. Yıl 1966, Japonya sanayi hamlesini yürüten büyük oranda gelenekçi ve milliyetçi bir doğu toplumu ve Imamura'nın anlatacağı garip bir hikayesi var. 


Hayatını porno filmler çekerek kazanan Yoshimoto 'Sub' Ogata (Stoichi Ozawa), maddi durumu pek de yerinde olmadığı için Bayan Haru Masuda'nın (Sumiko Sakamoto) evinde yaşamaktadır. Kocasının ölümünden sonra başka bir erkekle birlikte olmama yemini eden kadın, Ogata'nın ısrarlarına dayanamaz. Bayan Masuda'nın oğlu (Masaomi Kondo), annesini başka bir erkekle paylaşmak istemez ve bu ilişkiyi onaylamaz. Ogata ise Bayan Masuda'nın oldukça genç olan kızını (Keiko Sagawa) da arzular. 


Film başta Japonya'da büyük yankı uyandırdıysa bunun sebebi ismindeki erotik tınlamadan kaynaklanmıyor elbette. Oedipus kompleksi, annesine aşırı bir tutkuyla bağlı erkek, üvey kızına delicesine saplantılı bir adam ve kızının, yeni kocasıyla ilişkisini onaylayan bir anne meselesiyle aşırı yoğun bir tabu seansı gibi. Imamura üç filme yetecek sansasyonu tek filme sığdırarak emin olun bugün daha fazla tepki çekerdi. Bu yoğun psikolojik açmaz, aslında filmin hızını ciddi biçimde etkiliyor, film bir türlü akmıyor, psikoloji seansına dönüşüyor. Genel kural haline dönüşen bir Nuberu Bagu kanunu işliyor mu? Pekala evet; o güne kadar es geçilmiş bir konu sere serpe anlatılıyor. Şunu bir daha vurgulamam gerekir ki, o ayıla bayıla izlediğimiz enteresan konulu Güney Kore filmlerinin özü Japon Yeni Dalga (Nuberu Bagu) filmlerinde, hem muhteşem bir sinematografiyle hem de sansürsüz bir zekayla. 


Filmin Fragmanı


8 Ocak 2018 Pazartesi

Tanin no kao / Bir Başkasının Yüzü 1966


Kendine rağmen kendine karşı



Tanin no kao / Bir Başkasının Yüzü  1966

Hiroshi Tesgigahara'nın, Kobo Abe'nin romanından uyarladığı üçüncü uzun metraj film olan Bir Başkasının Yüzü, bu ortaklığın ortak ruhu ve konusu olan varoluş krizini kusursuz yansıtmasının yanında bilim kurgu sinemasının eşsiz bir örneği olmayı da başarıyor. Ölüm sonrası hayatı uzaktan izlemek zorunda kalan ruhları anlattığı Görünmez Tehlike, Kum tarafından kuşatılmış bir evde tutsak kalan insanları anlattığı Kumların Kadını ve Başkasının yüzüne muhtaç kalan bir adamın hikayesi. Bedensel ve ruhsal tutsaklık meselesini işleyen bir üçleme olarak bakmak yanlış olmasa gerek. Nuberu Bagu (Japon Yeni Dalgası) Hiroshi Teshihara'yı anlattığım üç filmde de bahsettiğim bir akım. İleride başka yönetmenler vasıtasıyla devam edeceğim bu konuya. Bu akımı ve filmlerini ıskalarsak 2000'lerin başında yükselişe geçen ilginç Güney Kore filmleri de dahil olmak üzere birçok nefis filmi köksüz bırakmış oluruz sanırım. 

Tanin no kao / Bir Başkasının Yüzü  1966

Bir kaza sonrası yüzünde geri dönülmez bir hasar oluşan Bay Okuyama (Tatsuya Nakadai), büyük bir bunalıma girer. Sargılar içinde geçen haftalar onu insanlardan uzaklaştırmıştır, en çok da karısı Bayan Okuyama'dan (Machiko Kyo). Kendisini bir hilkat garibesi gibi hisseden Okuyama, psikiyatristinin (Mikijiro Hira) önerisiyle başka bir adamın yüzünden yapılan maskeyi dener. Maskeye adapte olmaya başladıkça kendine güveni artan Okuyama ilk iş olarak karısını yeni bir adam olarak elde etmeyi denemek ister. 

Tanin no kao / Bir Başkasının Yüzü  1966

Bir Başkasının Yüzü için alt metin okumaya kalkarsam yazı sıkıcı bir akademik çalışmaya döner, kaldı ki şöyle ya da böyle iyi edebiyatla, kaliteli filmlerle haşır neşir olmuş bir okuyucu kendi payına ve kendi aklıyla filmi derinleştirecektir. Filmler suya taşı atar, fakat suyun ne kadar halkalanacağı izleyene kalmıştır. Çiğ bir yazı olmaması adına bir bilim kurgu sever olarak demek isterim ki, Amerikan sinemasının basitleştirdiği robotlu uzaylı bol efektli bilim kurgu ile beynimi şenlendiren akıl dolu felsefi bilim kurgu arasında uçurum var. Bir Başkasının Yüzü bu janrın (türün) çıtasını yükseltmiş bir klasiktir. Stalker gibi, Kafka'nın dönüşümü gibi. Kendi türü içerisinde bile başkaldırır. Filmde, burada yazmaya çalışacaklarım psikiyatrist ile Okuyama arasındaki diyaloglarda açıklanıyor. Görüntünün kişiliğe, kişiliğin görüntüye tutsaklığı, imaj körlüğü gibi bugünü epey ilgilendiren son derece görkemli ve zengin bir Hiroshi Teshigaha filmi. 


Filmin Fragmanı

20 Aralık 2017 Çarşamba

Who's Afraid of Virginia Woolf? / Kim korkar hain kurttan? 1966



Herkes delirtebilir sevdiğini




Mike Nichols, Amerika Sineması içerisinde ilişkileri en iyi anlatan yönetmenlerden bri olarak anılır. Daha sonra aktaracağım filmlerinde genellikle kadın erkek meselesine ve aşka derinlikli yaklaşımına tanık olacağız. İlk filmi olan Kim korkan hain kurttan? ile bu konuya oldukça sert bir giriş yapmış bulunmakta. Hem dönemin iki büyük oyuncusunu yönetmek hem de aralarındaki gerilimli aşkı senaryonun gerilimiyle dengelemek ve seti yönetmek özellikle zor olsa gerek. Bu film, tiyatro olarak defalarca oynanmış ve oyuncularını sahnede devleştirmiş bir metne dayanıyor. Aynı zamanda son derece ayrıntılı bir ilişki analizi olduğunu söylemem lazım. İnternetten mutlaka bu filmle ilgili psikanalitik incelemeleri okuyun ve meseleyi daha derinden kavrayın derim. 


Orta yaşlı tarih profesörü George (Richard Burton), çalıştığı okulun yöneticisinin alkolik kızı Martha (Elizabeth Taylor) ile evlidir. Martha bir akşam için genç bir çifti yemeğe davet eder. George, hasta ruhlu eşini memnun etmek için bu daveti zoraki de olsa kabul eder. Gece boyunca çiftler arasındaki bütün sırlar açığa çıkar ve ilişkiler sorgulanır. 


Bir ilk film için zor bir seçim olduğunu söylemiştim, fakat izleyici için de oldukça zor bir süreç. İyi oyuncuları izliyor olsak da gerek filmin bitmek bilmeyen süresi gerek tek mekanda geçiyor oluşu bizi perdede tiyatro eseri izlemeye zorluyor gibidir. Basit aşk filmleriyle kıyaslama yapmak bu filme haksızlık olur. Diğer aşk filmlerinin yanında açıkçası bu film bir açık kalp ameliyatı gibi, haftalar süren bir psikanaliz seansı gibi. Aşkın nefretle bağı üzerine izlenebilecek en iyi birkaç filmden biri. Bahsettiğim gibi süresiyle ve hikaye formuyla günümüz izleyicisine pek bir anlam ifade etmeyecektir. Filmlere tutkun insanlara yazdığımı düşünerek umutla öneriyorum. 

Filmin Fragmanı

20 Haziran 2016 Pazartesi

The Chase / Kovalamaca (1966)

2 dakika okuma süresi


Kusurlu bir klasik


The Chase / Kaçaklar  (1966)

Marlon Brando, 1954 yılında çekilen On The Waterfront filminin bir yerinde sevgilisiyle konuşurken aniden eğilir ve yerden kopardığı çiçeği sevgilisine uzatır. Senaryoda yer almayan hareket, Brando'nun kadrajdan çıkışı, yönetmeni de teknik ekibi de şaşırtmıştır. Bu plan, metot oyunculuğunun ilk büyük örneği olarak anılır. Annemin Öğrettiği Şarkılar adlı biyografi kitabında Marlon Brando, bu sahneyi ve planı iştahla anlatır. Anlattığı filmlerden birisi de The Chase'dir. Filmdeki rolünü beğenmediğini, sadece ortalıkta dolaşan bir Hollywood figürü gibi hissettiğini söyler. Arthur Penn'le daha sonra The Missouri Breaks filmini çekmesine rağmen The Chase filmine karşı özel bir sempatisi olmadığını biliyoruz. Fakat, setin sonlarında çekilen bir sahne bu olumsuz fikri -en azından yönetmene karşı- oldukça yumuşatır. Marlon Brando-Arthur Penn ortaklığı filmin kırılma anında efsane bir sahne yaratmıştır. Şerif Calder rolündeki Brando'nun dayak yediği sahne ağır çekim oynanır ve böylece tüm yumrukların gerçekçi biçimde isabet etmesi sağlanır. Daha sonra kurgu masasında hızlandırılan bu planlar müthiş bir gerçekçilik yaratır. Marlon Brando, bu sahnedeki oyunculuğu, metot oyunculuğunun zirvelerinden biri olarak yorumlar.

The Chase / Kaçaklar  (1966)

Kanun kaçağı Bubber (Robert Redford), saklanacak çok fazla yer olmasına rağmen kasabasına geri döner. Petrol zengini biri olan Val Rogers (E.G Marshall), kasabanın Şerifi Calder'i (Marlon Brando) parmağında oynatmaktadır ve ondan Bubber'i öldürmesini ister. Çünkü Rogers'ın oğlu Jason (James Fox), kanun kaçağı Bubber'ın karısının (Jane Fonda) peşindedir. Şerif Calder, Bubber'i öldürmeden adalete teslim edip ideallerinden taviz vermek istememektedir. 

The Chase / Kaçaklar  (1966)

Adaletin ideaize edildiği filmler içinde, bir klasik olarak anılması biraz da kadrosuyla mümkün olabilmiş The Chase, bazı temel sorunlara sahip bir film. Senaryoda, kasabaya gelen kötü adam temasının gerisinde kalan ikinci bir katman var. Kasabanın güçlü adamı, siyahilere karşı büyük bir nefret besliyor, cinayetler işliyor. Siyahilere uygulanan ayrım, cinayet, kutuplaşma meselesi ne yazık ki filmde birkaç sahneye hapsediliyor, film bu alana pek fazla yüz vermeyip tekrardan ana hikayeye dönüyor. Gücün kuklası haline gelmiş olan Şerif Calder, karakter derinliğine sahip olamadığı için filmin sonundaki değişimi bir türlü iz bırakamıyor. Filmin akıcılığı, ve konunun anlaşılırlığı, yönetmenin ustalığı sayesinde sekteye uğramıyor. Ancak senaryonun ciddi zaaflarını da yenemiyor. The Chase, derinlikli bir senaryo ve karakter dönüşümüyle birlikte, aynı dönem çekilmiş olan To Kill a Mockingbird (Bülbülü Öldürmek) gibi bir sinema klasiğine dönüşebilirdi.


Filmin Fragmanı