Cinepopularica: Hector Babenco
Hector Babenco etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hector Babenco etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ocak 2018 Pazar

Carandiru (2003)


Bir hapishane klasiği



Hector Babenko  oldukça başarılı olan ilk dönem filmlerinin ardından özellikle bu filmle, Carandiru'yla, tanındı. Filmografisine Pixote ile başlamış ve politik sinemanın çok önemli bir örneği olduğunu söylemiştim. Yazıyı okumanızı dilerim. Fernando Meirelles'in Tanrıkent filmine esin kaynağı olan Pixote'nin yönetmeni, kadere bakın ki 2003 yılında çektiği Caranridu'yla, 2002 yılında çekilen Tanrıkent'e öykünen bir film gibi lanse edilmişti. Hektor Babenko'nun sinematografisinin en tanınmış filmi Carandiru, aslında Hector Babenko sinemasının tipik bir örneğidir. 


Carandiru, gerçek bir olaydan esinlenilerek filme aktarılmış. 1992 yılında Sao Paolo kentinin Carandiru adlı meşhur hapishanenesinde çıkan isyan, yaklaşan seçimlerde iktidar partisinin prestij kaybetmemesi için son derece vahşice bastırılmış ve 111 mahkum katledilmiş. Filmin finalindeki isyan ve akabindeki katliam sahnesi, film boyunca hazırlandı. Mahkumların hikayelerini dinledik, Doktor karakteriyle birlikte onların kırılgan yanlarını izledik. Yönetmen bizi mahkumların tarafını tutmaya yakınlaştırdı. Oysa tarafını tutmaya itildiğimiz mahkumların geçmişi oldukça karanlıktı. Bu da tuttuğumuz tarafa karşı bizi yabancılaştırıyordu. Hector Babenko işte bu büyük çelişkiyi çok başarılı bir şekilde kullanıyor filmlerinde. Karakterlerine karşı yakın ve uzak tutma biçimi onu özel kılıyor. 


Filmin dramatik yapısı Pixote'de olduğu gibi çok karakterli tasarlanmış. Orada Pixote tarafından gözlemlenen Dünya burada Doktor karakterine devredilmiş, yine konuyu özet geçmek mümkün değil yani. Carandiru adlı kötü şöhretli hapishaneye atanan bir doktorun, her biri ayrı geçmişe sahip mahkumların hikayesini dinleyip onları tedavi etmeye çalışması konu ediliyor. Finaldeki durumdan zaten bahsettim. Babenko, filmi yine uzun tutmasına rağmen çok karakterli yapı, hikayeler ve isyan bu süreyi hak ediyor. Hatta filmin destansı tavrı bunu gerektiriyor. Destansılığı tavır olarak kullanıyorum, yoksa olayın destanlıkla alakası yok. Gerçekten değerli bir film, izlemeniz dileğiyle.


Filmin Fragmanı


11 Ocak 2018 Perşembe

Ironweed / Sonsuz Matem 1987


Hastalıklı hafıza



Hector Babenko politik filmlerle başladığı kariyerini o düzlemde sürdürmeyenlerden. Bunu tutarsızlık olarak görmüyorum; çünkü Babenko, anlatı türünden daha kıymetli bir tutarlılık çizgisi izliyor. Sıradan insan hikayelerini bir kesitiyle ele alıp izleyiciyi akışa dahil ediyor. Daha önce Mike Nichols filmografisine bakmıştık. Jack Nicholson- Meryl Streep ikilisini Baş Belası filminden hatırlayanlar da vardır haliyle. Orada bu iki önemli oyuncunun harcanan potansiyellerini izlemiştik. Sonsuz Matem'de durum en azından oyuncular lehine farklı. Gerek Meryl Streep gerek Jack Nicholson için kariyerlerinin performansını bu filmde sergiliyorlar dersem abartmış sayılmam. 


Francis Phelan (Jack Nicholson) yirmi iki yıl önce kaybettiği bebeğinin matemiyle kendisini sokaklara vurmuş bir adamdır. Kendisi gibi sokaklarda yaşayan Helen (Meryl Streep) ise eski bir piyanist ve şarkıcıdır. 1930'lar Amerika'sında günübirlik işlerle karınlarını doyurup birbirlerine destek olan ikilinin yolları bir süre sonra ayrılır. Phelan kafasındaki hayaletlerle yaşamaya devam ederken karısına (Carroll Baker) sığınır, Helen'e ise hayat şans tanımayacaktır. 


Alfred Hitchcock, birbirinden başarılı uyarlamaları sorulduğunda, iyi romanlar yerine ucuz romanları tercih ettiğini söyler. Çünkü iyi romanlar bilinçle doğrudan bağlantılıdır ve anlaşılmazlık riski vardır. Bundan bahsetmem lazımdı; çünkü Sonsuz Matem bir bilinç akışı filmi. Okumadığım romanı da muhtemelen öyledir. Serbest çağrışım yerine doğrudan uyarlama çekildiğinde potansiyelini ezip geçen filmler izliyoruz böylece. Oyuncuların işine yarayan bu derinlikli senaryo maalesef izleyicide karşılık bulamıyor. Hem gereğinden fazla uzuyor hem de kopuk. Oysa ki filmin unutamama ve yalnızlık tarifleri eşsizdi. Bu tarifler cömertçe harcanıyor. İki oyuncunun katkıları ve Hector Babenko'nun bu oyuncuları, yapabildiği kadarıyla Jack Nicholson'u bile, doğallığın nirvanasına ulaştırması ise filmi izlenir kılan yegane unsur. 


Filmin Fragmanı

10 Ocak 2018 Çarşamba

Kiss of the Spider Woman / Örümcek Kadının Öpücüğü 1985



Zaten aşklar hep yalan dolan


Kiss of the Spider Woman / Örümcek Kadının Öpücüğü  1985

Arjantinli yazar Manuel Puig'in en bilinen eseri Örümcek Kadının Öpücüğü, edebiyat, tiyatro ve sinema dünyasında yer edinmiş bir kitap. İçeriği nedeniyle sol çevrelerde eleştirilere maruz kalmasının yanında yönetmeninin politik kameranın önemli bir temsilcisi oluşu büyük bir zıtlık yaratıyor. Açıkçası konusu itibariyle ortada sert bir durum göremiyorum. Tek tip sosyalist ya da tek tip eşcinsel tipi olabileceğine inanmak saçmalığın bizatihi kendisidir. Açıkçası kitabını okumadığım için filmini bağımsız olarak ele almak isterim. 

Kiss of the Spider Woman / Örümcek Kadının Öpücüğü  1985

Siyasi mahkum Valentin Arregui (Raul Julia), cezasını çekmesi için getirildiği hapishanede eşcinselliği nedeniyle hapse atılan Luis Molina'nın (William Hurt) hücresine gönderilir. Savunduklarına son derece bağlı olan Valentin, Molina'yı yadırgar ve onu hem eşcinsel hem de hayalperest olduğu için suçlar. Molina, hapishane yönetimi tarafından Valentin'e karşı bilgi toplamakla görevlendirilse de Molina Valentin'e aşık olmuştur.

Kiss of the Spider Woman / Örümcek Kadının Öpücüğü  1985

Çehov'un drama yapısıyla ilgi söylediği şuydu: Eğer birinci perdede duvarda bir silah görünüyorsa o silah patlamalıdır. Örümcek Kadının Öpücüğü'nde iki mahkumun zıtlıklarla dolu ilk teması gerçekleştiğinde o silahın patlayacağı belli olmuştu. Çekildiği dönemde izleme şansım olsaydı başka düşünürdüm muhtemelen, fakat bu şartlarda bana ne politik ne de dramatik bir yenilik sunmadı. Beni etkileyip aklımda kalan William Hurt'ün muhteşem oyunculuğuydu. Bu filmdeki rolüyle En İyi Erkek Oyuncu Oscar'ını kazandığını söylemek lazım. Şöyle toparlayayım; roman dili fazlaca hissediliyor, kasvetli ve yorucu kısımları epey fazla, ama sonuçta bir Hector Babenco filmi.


Filmin Fragmanı

Pixote: A Lei do Mais Fraco / Pixote: En Güçsüzün Yaşam Savaşı 1981

Aşksız ve adaletsiz bir dünyada


Pixote, Yılmaz Güney'in duvar filmi söz konusu olduğunda sık sık referans verilen bir filmdir. İki film arasında ciddi bir ruh kardeşliği var ki, bu benzetme haksız değil. Duvar 1983, Pixote 1981 yapımı, ancak aradaki bağın asıl kaynağı yapım yıllarından ziyade büyük yönetmen Glauber Rocha. Brezilya Sineması'nın Latin Sineması içinde çok özel bir damar olmasının asıl sebebi o. Bu politik damar son derece önemli eserler verdi, sınıfsal yaklaştı ve en önemlisi didaktik davranmadı, perdede her şey görünür hale gelmişti. Brezilya'da ve genel olarak 80'ler politik sinemasında en önemli politik yaratılardan biri haklı olarak Pixote oldu. 


Filmin konusu aslına bakarsanız bir grup çocuğun ıslah evleriyle sokak arasında sıkışmış hayatlarına odaklanıyor. Büyük oranda o hayatın gerçek mağdurlarına rol verilmiş, arada oyunu domine eden gerçek oyuncular müthiş bir uyumla gerçeğe adapte olmuş. Hector Babenko- Marilia Pera uyumu Yılmaz Güney, Tuncel Kurtiz uyumunu hatırlatacak bir örnektir mesela. Yaklaşık iki saat süren film yönetmenin ağzından belgesel sunumuyla başlıyor, ıslah evinden çocuk istismarı, yetimlik, garibanlık hikayeleri ardı ardına ve sürekli devam ediyor. Mesele konu anlatmak ve klasik dram metodunu kullanmak olmadığından bir yaşama tanıklık etmeye koyuluyoruz.


Brezilya sinemasının önemli filmlerinden olan 2002 yapımı Tanrıkent'te açık bir Pixote etkisi görürüz. Konu takip etmektense olay takip ederiz. Babenco, politik mesajlar vermeden, yani doğrudan politik amaç gütmeden de ezilen sınıfların anlatılabileceğini iyi bilen bir yönetmendir, bu bakımdan Tanrıkent'e bakanlar Pixote'yi daha çarpıcı bulacaklardır. Filme ismini veren Pixote aynı zamanda bir karakterin adı, her olayın içinde ama iyi bir gözlemci olmakla yetiniyor finale kadar. Yolunun kesiştiği Fahişe Sueli (Marilia Pera) gerçek bir oyuncu ve şimdiye kadar izlediğim en gerçekçi oyunculardan biri. Pixote'yi izlemelisiniz. 


Filmin Fragmanı