Cinepopularica: Yerli
Yerli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yerli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Kasım 2020 Pazartesi

Üç Maymun (2008)

 2 dakika okuma süresi



Yalnız ve güzel bir ülkede


Üç Maymun (2008)

Taşra Üçlemesi'nin ardından 2006'daki İklimler'le yine kendisine has ve yalnız bir hikaye anlatan Nuri Bilge Ceylan, bir sonraki filminin ekranlara düşen fragmanıyla sinemaseverleri epey şaşırtmıştı. Görsel olarak bambaşka bir dünya, ilk kez ailesinden olmayan oyuncular, üstelik minimalizmden uzak, görsel efekte boğulmuş bir filmdi Üç Maymun. Bu, onun sinemasında oldukça deneysel bir serüven olmasının yanı sıra başka kırılmaları da tetikledi. Cannes'da Hollywood'un efsanevi aktristi Faye Dunaway'ın elinden aldığı En İyi Yönetmen ödülü sonrası ''bu ödülü tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme armağan ediyorum'' diyordu. Daha önce herhangi bir konuda fikrini beyan etmemiş bir yönetmen olarak, bu masumane sözüyle bile kimilerince övüldü, kimilerince yerildi. Üstüne üstlük, köşe bucak saklanan NBC, sinema magazinine malzeme haline getirildi. Bu filmin senaryosunun aslında Zeki Demirkubuz'un fikrine dayandığı söylendi, araları bu yüzden açıldı. Tartışmalar, spekülasyonlar, kazanılamayan Altın Portakal ödülü ve saire. 2008, Nuri Bilge Ceylan için epey farklı bir yıl oldu. Şu ya da bu şekilde, Üç Maymun'un, Yılmaz Güney'in  1971 yapımı Baba filminin günümüze uyarlanmış hali olduğu konusunda hemfikiriz. 

Üç Maymun (2008)

Yaklaşan genel seçimlerde muhalefetten milletvekili adayı olan iş adamı Servet (Ercan Kesal), bir gece vakti, ıssız orman yolunda birine çarparak ölümüne sebep olur. Siyasi kariyerini öne sürerek, o sırada yanında olmayan şoförü Eyüp'ten (Yavuz Bingöl) yardım ister. Kendisinin yerine suçu üstlenmesi karşılığında maddi yardımda bulunup, sonrasında toplu para vereceğini söyler. Çaresiz kalan Eyüp, bu durumu kabul eder ve hapishaneye girer. Eyüp'ün oğlu İsmail (Ahmet Rıfat Şungar), araba alabilmek için annesini ikna eder. Anne Hacer (Hatice Aslan), Servet'in yanına gider ve durumu anlatır. Servet, durumdan yararlanıp Hacer'le birlikte olur. Durumu hem İsmail, hem de hapisten çıkan Eyüp öğrenir. Bir gün Servet'in ölüm haber gelir. Aile, bu durumu çözüp ayakta kalabilmek için bir karar vermek zorundadır.

Üç Maymun (2008)

Ercan Kesal'la Nuri Bilge Ceylan'ın senaryodaki iki filmlik birlikteliğini başlatan Üç Maymun, NBC sinemasında ayrıksı duran, bütün bir filmografiyle pek örtüşmeyen ve açıkçası sadece ''Yeni'' Nuri Bilge Ceylan'a geçişte aracı olabilecek bir film. Yenilikçi kurgu ve color correction denemesi, hikayenin soluk ve defalarca tekrarlanmış konusuna yeni bir dokunuş sağlıyor, rejide büyük bir ustalık söz konusu, ancak nafile. Yeşilçam'ın melodram ve acı sosuyla sunduğu yıllanmış bir hikayeden, maalesef NBC dokunuşuyla farklı bir film çıkmıyor. Bu hikayedeki saf arabesk çatı, tipik bir Zeki Demirkubuz filmine ait. Hacer karakterindeki aldatmaya teşne, güce tapan, körü körüne riske giren ve oğlu dahil her şeyi feda etmeye hazır kadın figürü ve Eyüp'teki iğdiş edilmiş, sineye çekmiş koca tasviri, filmin ilk yarısında gördüğümüz bu insanların varoluş biçimlerine bu kadar ters kalmamalıydı, bu karakterlerin dünyası bu kadar cevapsız bırakılmamalıydı. Reji anlamında ustalık gösterisi olan film, benim açımdan Nuri Bilge Ceylan sinemasının zayıf halkası.


Filmin fragmanı

16 Kasım 2020 Pazartesi

Bizim için Şampiyon (2018)

2 dakika okuma süresi

Ana akım sinema öcü müdür?


Bizim için Şampiyon (2018)

Türk sineması, festival formülü batağına saplanmış bağımsız sanat filmleriyle, berbat Netflix komedileri arasına sıkışmış halde. Elbette her iki türün de başarılı birçok örneğini göz ardı etmeden spekülatif bir şey söylüyorum. Ana akım kavramı, dilimize hakaret gibi yerleşti. ''Çok ana akım'', ''Ana akım bir film olmuş'', ''Pek sevmedim ya çok ana akım'' gibi çok sayıda uçuk beyanat, ne yazık ki ülke şartlarına değil de Amerikan sinemasının eleştiri jargonuna ait. Oysa Türk sinemasının gişede güçlü ana akım filmlere o kadar ihtiyacı var ki. Evet, Müslüm gibi, Naim gibi filmler de buna dahil. Bizim için Şampiyon türünde filmlerin sayısı artarsa bu endüstriden para kazanan insanlar daha yüksek bütçeli senaryoları da destekleyebilirler. Bizim için Şampiyon'u izlemeye  zaten önyargısız başlamıştım, fakat bitirdiğimde beklentimden daha fazlasıyla karşılaştım. Son yıllarda izlediğim en iyi yerli yapımdı diyebilirim. Türkiye'nin yakın tarihine damga vurmuş Bold Pilot isimli yarış atının ve onu jokeyi Halis Karataş'ın hikayesi, son derece zengin ve temiz bir anlatıma sahip.

Bizim için Şampiyon (2018)

Halis Karataş (Ekin Koç), başarılı ve ünlü bir jokey olup rüştünü ispat etmek istemektedir. Kaybettiği bir yarışın ardından, Özdemir Atman'la (Fikret Kuşkan) tanışır. Atman'ın daveti üzerine gittiği at çiftliğinde kızı Begüm Atman'ı (Farah Zeynep Abdullah) görür. Begüm Atman'a ait olan İngiliz atı Bold Pilot, başta zorluk çıkarsa da sonradan Halis Karataş'la birlikte büyük başarılara imza atacaktır. Begüm'ün kalbini kazanmak isteyen Halis, en önemli yarış olan Gazi koşusunu kazanıp, hem hasta olan Begüm'e moral verecek hem de henüz kırılamamış bir rekora imza atacaktır.

Bizim için Şampiyon (2018)

Ahmet Katıksız, daha önce çok sayıda dizide ve sinema filminde çalışmış. Hem okullu hem de sektör deneyimi hayli fazla olan bir yönetmen. Bizim bütçelerimizin, yurt dışı maliyet rakamları karşısında komik düzeyde kaldığı düşünülürse, yönetmenin ortaya koyduğu başarılı atmosfer ve hikaye kurgusu daha anlamlı olacaktır. Başroldeki Ekin Koç'u daha önce izlememiştim, duymamıştım, yine çok sayıda dizide rol almış bir oyuncu olduğunu gördüm. Görsel açıdan doğru bir oyuncu seçimi olup olmadığı konusunda birtakım kaygılarım oluştuysa da filmin bütünü itibariyle iyi bir iş çıkarıyor. Böyle temiz çekilmiş, hikayesini evrensel bir akıcılıkla aktarmış filmlerle uluslararası alanda daha net bağlar kurmak mümkün olmalı. Uluslararası ödüller için Türkiye'yi, bu gibi, bütçesi nispeten yüksek, uluslararası hikayeler anlatan ve meseleyi metaforlara boğmayan filmler temsil etmeli.


Filmin Fragmanı

14 Kasım 2020 Cumartesi

Bir Başkadır (2020)

4 dakika 45 saniye okuma süresi



Bir transferans meselesi


Bir Başkadır (2020) Öykü Karayel

Yeri geldiğinde, hem nalına hem mıhına vurduğum içerik çukuru Netflix, 2020'nin sonuna yaklaşırken yılın son kıyağını yaptı. Daha önce 2017'de BluTv için Masum dizisini yaratan Berkun Oya, bu defa Türkiye'nin değişik sosyal, ekonomik ve inanç sınıflarından insan hikayelerini anlattığı Bir Başkadır'la karşımızda. Başrollerinde Öykü Karayel, Fatih Artman, Defne Kayalar, Funda Eryiğit, Tülin Özen, Alican Yücesoy, Derya Karadaş ve Settar Tanrıöğen gibi oyuncuların yer aldığı proje, yayınlandığı gün içinde büyük ilgi yarattı. Haber siteleri, sözlükler, YouTube kanalları, sosyal medya hesapları bu diziden başka paylaşım yapmaz oldu. Projenin ilk bölümü, Netflix'i ikna edebilmek adına bizzat Berkun Oya tarafından finanse edilerek çekilmiş, hazır hale getirilmiş ve sonrasında devam edilmiş. İlk bölümdeki fazladan özen ve estetik biraz bundan kaynaklanıyor muhtemelen. Elimden geldiğince, sürprizleri kaçırmadan yazmaya gayret gösteriyorum. Politik ve sosyolojik olarak türlü cenahtan gelecek eleştirilere açık bir dizi olacak. Fakat dizinin, dramatik çatısındaki vurguyu başarılı bulduğumu belirterek başlamak isterim. İnsan ve onun değerleri söz konusu olduğunda, ne maneviyatın ne maddeciliğin ne de bilimin tek ve mutlak değerlendirme kriteri olabileceği konusunda cesur bir söylem ortaya konuyor. 

Bir Başkadır (2020) Fatih Artman Funda Eryiğit

Henüz ilk karesinde, puslu bir ormandaki çalıların ortasından kameraya yaklaşan Meryem (Öykü Karayel), dizinin merkezdeki karakteri. Yeşilçam filmlerindeki, iffetini korumayı temel görev sayan, ama bir yandan da bastırdığı hayallerinin esiri olan genç kadın figürü bu defa başörtülü bir karakter. Her bölümde yeni bir hikayenin anlatıldığı, yani epizodik bir dizi değil bu. Adeta birbirinin sağlaması, hatta panzehiri olan olan karakterler, her bölümde değişik bir vesileyle ön plana çıkıyor olsa da dizinin eksen karakteri kesinlikle Meryem. Tüm bölümleri bitirdiğimde, diğer karakterlerin analizi iyice berraklaştı. Berkun Oya'nın Meryem ve ağabeyi Yasin'le (Fatih Artman) oluşturduğu alt sınıf, inanç ve itikat dünyası panoramasını derli toplu buldum. Fakat anlatının ve hikayenin oldukça gecikmiş olduğunu düşündüm.  Bayat demiyorum, ama gecikmiş. Meryem karakterinin temsil ettiği, hocadan medet uman, aslen işçi sınıfına mensup olup egemen sınıflara tapınan Yeni Türkiye tipolojisi üzerine tespit yapılacak yılları çoktan geçtik. Ayrıca, Hoca temsili, dizide bir anlam teşkil etmiyor. Maneviyatın sembolü ya da psikiyatrın antitezi olarak zararsız bir örnek gibi kalıyor. Hoca'nın (Settar Tanrıöğren) aileye verdiği zararın üzeri örtülmüş.

Bir Başkadır (2020) Defne Kayalar

Beyaz yakalılar için Türkiye sosyolojisi olarak niteleyebileceğim dizide, Peri (Defne Kayalar) karakterindeki Beyaz Türk psikiyatr tipinin, daha önce Meryem gibi bir karakterle karşılaşmamış olması, ve hakikati hızla idrak etmesi oldukça sembolik. Meryem'le temasından sonra kendi cenahından sanarak sırlarını açtığı Gülbin'le (Tülin Özen) olan seanslarında, diyaloglar üzerinden her şeyi açık açık dile getiren Peri, ister istemez şablonlaşıyor. Diyaloglar kör göze parmak sokarak her şeyi yazıya döküyor. Diziyi görsel olarak geveze bir Nuri Bilge Ceylan filmine benzettim. Bu düzeyde yüksek bir görüntü kalitesi, bir nevi illüzyon yaratıyor. Biçim, içeriğin epey önüne geçip ondan rol çalıyor. Bu görsel atmosferin önemli bir görevi de Yeşilçam filmleriyle kurduğu bağlantılar. Eski ve Yeni Türkiye kırılmasının aslında hiç yaşanmadığını, Yeşilçam dünyasının zaten koca bir karakter illüzyonu olduğunu düşündürüyor. Bir Başkadır'ın Meryem'i, İrfan Tözüm'ün Hülya Avşar'lı Fazilet'i, Aile Şerefi filminin Itır Esen'li Zeynep'i ve daha birçok ruhen yakın örnektir. Kaldı ki seçilen mekan, ahşap bir yapıdır, temsilen semboliktir. Türkiye'de öteden beri değişen tek şey biraz makyajlanmış kent imajı, daha da sertleşmiş gelir adaletsizliği ve elbette muhafazakarlaşan Türkiye'nin sembolü olan başörtüsü. Dolayısıyla bitiş jeneriğindeki ''Eski Türkiye'' görüntüleri, estetik olmasından çok, dizinin düşünsel zeminine katkı sunması açısından mühim.

Bir Başkadır (2020) Öykü Karayel

Defne Kayalar'ın muhteşem oynadığı Peri karakteri bağlamında, elitizm ve Beyaz Türkler anlatısının yeni olmadığını söyledim. Berkun Oya, toplum kesitlerinden seçtiği örneklemlerden biri olan Beyaz Kürtler yoluyla, sinemamızda anımsadığım kadarıyla hiç vurgulanmamış bir alana da giriyor. Türkiye'nin lümpen yeni zengin tipolojisinden Muhafazakar Kürt Gülan (Derya Karadaş) ve onun Beyaz Türkler arasında iyi ''kamufle olmuş'' Beyaz Kürt kız kardeşi Gülbin (Tülin Özen), Türkiye'nin sinema camiası içinde film üreten Kürtlerin de nedense hiç kurcalamadığı tipler. Berkun Oya gibi iyi bir yazarın bu hikayeyi on yıldan uzun bir süre önce aklına düşürüp, çekim fırsatını yeni bulduğunu düşünmek istiyorum. Meryem'in ağabeyi Yasin üzerindeki komando vurgusu, başörtüsü ve yerel cemaatlerin etkisi gibi konular, 2002-2010 arasında yoğun olarak gündem olmuş, şu an konuşulduğunda üzerine yeni bir şey eklenemeyecek alanlar. Sanırım bugün, bu senaryoyu Netflix'e kabul ettirebilecek yazar sayısı bir elin parmaklarını geçemez.

Bir Başkadır (2020) Settar Tanrıöğen

Bir Başkadır, bir yeniden hatırlatma ve sanırım o meşhur kültür mozaiğine gönderme yapma gayesi güden bir dizi. Evimizi temizleyen, ofisimizde çay servisi yapan muhafazakâr alt sınıf kadın, bir boyutuyla fantastik bir karakter. Hem de en az Yüzüklerin Efendisi kadar fantastik. Peri'nin soğuk ve kitabi bir yüzle Meryem'e koyduğu tanıların, sezon finalinde yüzüğün tılsımına bağlanması ve ayrıca Meryem'in kameraya bakarak bir nevi veda etmesi Berkun Oya'nın yazıdaki ustalığının eseridir. Kameraya konuşan ya da bir şekilde bakan karakterin bu durumuna, dördüncü duvarı yıkmak derler. ''izlediklerinizin hepsi aslında rol icabı, hepsi drama'' demektir bu. Şayet Bir Başkadır'ın ikinci sezonu gelirse başka karakterlerle Fargo dizisinin yaptığı gibi başka bir hikaye izleyeceğimizi düşünüyorum. Meryem yine de bir süper kahraman olarak kalmaya devam edecek. 

Bloga abone olmayı unutmayın:)

#bir başkadır eleştirisi

Dizinin fragmanı

7 Kasım 2020 Cumartesi

Kusursuzlar (2013)


Ancak bir zıttım öldürebilir beni


https://cinepopularica.blogspot.com/kusursuzlar

Ramin Matin'in Son Çıkış'ını izledikten sonra önceki filmlerine de erişmeye çalışmış, platformlarda hüsran üstüne hüsran yaşayıp birkaç osuruklu kaba erkek gülmecesi izledikten sonra gayrimeşru yollara sürüklenmiştim. Fakat neyse ki izleyebildim. 2013 yılında Altın Portakal (En İyi Film), yurt dışı festivallerde önemli ödüller kazanmış bir film bu anlamda bu kadar kıyıda köşede bırakılmasa ne iyi olurdu di mi? Özellikle son birkaç yıldır çeşitli platformların da katkısı ile kadın farkındalığı, sektörde kadın yönetmen ve yazarların artışı söz konusu oldu. Konuyla yakından ilgilenenler bu miladı biraz daha evvele çekebilir, ancak kafamdaki algı beni çok geriye götürmüyor. Şuraya bağlamak isterim ki, akademik, entelektüelize edilmiş ve duygudan arındırılmış proje kadın filmleri, Kusursuzlar'ın kadın karakterlere yaptırdığı sükunet ve cinnet eylemini hayata geçirme biçiminden feyz alabilirler, almalılar. Bu arada sinemamızda kadın tarifi zayıf da erkek tarifi çok mu yerli yerinde? Elbette hayır. 

https://cinepopularica.blogspot.com/kusursuzlar

Steven Soderbergh'ün Sex, lies and videotape filmini delicesine sevmemin, ancak içsel duygularımla tarif edebildiğim son derece mantıklı ve fakat kişisel sebebleri var. Ya da Atom Egoyan'ın Exotica'sını. Kabız yazar ve yönetmenlerin normalin akışıyla kavga edip sinematografiyle, romantize estetikle filmi ciddi bir eser haline getirme çabaları o yüzden gülünç geliyor. Çünkü bunu akışa bırakıp doğallıkla halleden filmler var. Kusursuzlar bana o doğal ve bir o kadar yoğun tadı verdi. Son Çıkış, bir One Man Show filmiydi. Tüm sahnelerin kaderi Deniz Celiloğlu'nun yarattığı tansiyona bağlıydı. Neyse ki aksamıyordu. Fakat kötü bir cast filmi pekala izlenmez hale getirebilirdi. Kusursuzlar'da ana karakterlerin hayat içindeki varlıkları, tutarsızlıkları, gelgitleri ve en önemlisi cinsiyet rolleri çok çeşitli ve hakiki. Dolayısıyla öykü burada çok daha girift. Üzerine bir de sağlam oyunculuk eklenince dört başı mamur bir bağımsız film izlemiş oluyoruz. Mesela restorandaki yemek sahnesi. Net, filmi yükselişe geçiren, dönüştürücü ve özetleyici bir sahne. Ya da Yasemin'in plajdaki soyunma kabinindeki kararlılık gösterisi. Çatışma ya da müstehcenlik barındırmıyor. Açıkçası mağrur bir kumandanın savaş sonrası gururunu izlermiş gibi düşündüm.

https://cinepopularica.blogspot.com/kusursuzlar

Lale ve Yasemin olarak izlediğimiz İpek Türktan ve Esra Bezen Bilgin, davranışları ve gizemleri öngörülemez olan kızkardeşler çok iyilerdi. Elbette dışa dönük aksiyon sinemada daha fazla dikkat çekiyor. Bu anlamda Esra Bezen Bilgin son dönem yerli yapımlar içinde en iyi performanslardan birini sergiliyor. Imdb'ye göre kendisinin ilk filmi, İpek Türktan'ın ise birkaç kısa metrajdan sonra ilk uzun metrajı. Kusursuzlar'ın böyle önemli bir bir katkısı da olmuş. İki oyuncudan biri ruhsal çatışmayı diğeri bedensel aksiyonu nefis özetlemiş. 

Filmin fragmanı

6 Kasım 2020 Cuma

Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni (1990)

 


Bir zamanlar fırtınalar estirirdim


Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni_cinepopularica.blogspot.com

Yavuz Turgul'un yönetmenlik kariyeri 1984 yılında çektiği Fahriye Abla filmiyle başladı. 1976'dan bu yana senarist olarak ne yazdıysa klasikleşti, ama hangi türde olursa olsun. Sultan, Tosun Paşa, Çiçek Abbas, Davaro, Hababam Sınıfı.. gibi inanılmaz işlere imza attığı bir senaryo kariyerinden söz ediyoruz. Çiçek Abbas'ı Sinan Çetin'in beceriksizliği yüzünden bizzat çektiği bile konuşulur bu arada. 1987 yılında yazıp yönettiği Muhsin Bey'den üç yıl sonra Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni'nde Haşmet Asilkan karakterinin peşinden koştuğu yıldız Müjde Ar'dı. Yavuz Turgul'un ilk filmi olan Fahriye Abla'nın başrolünü de Müjde Ar oynar. Ertem Eğilmez'in has talebesi olan Yavuz Turgul, gerçek hayatta Müjde Ar'a ulaşmakta zorlanmış olmasa da filmine otobiyografik unsurlar serpiştirmesi açısından önemli bir bağlantı noktası sayabiliriz. 

Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni_cinepopularica.blogspot.com

Türk sinemasında Yeşilçam'dan tam olarak nereye geçildi, geçtiğimiz yer ne kadar bağımsız bunu bir başka yazıda tartışmaya açmak isterim açıkçası. Bu değişimin nasıl gerçekleştiğini belgeleyecek olsam sanırım ilk yöneleceğim kaynak Yavuz Turgul olurdu. Yeşilçam, Arzu Film dönemi, Erotik filmler, Arabesk filmler, bomboş geçen 90'lar başı ve nihayet yine Yavuz Turgul'un Eşkıya'sıyla ayağa kalkan sinemamız. Ana akım diye aşağılanan sinemanın ne kadar mühim olduğunu da buraya not alıyorum, yazacağım. Gelelim Yavuz Turgul'un yönetmen personasına. Senaryosunu yazdığı Züğürt Ağa'da son ağa, Yönettiği Muhsin Bey'de son idealist yapımcı, Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni'nde son Yeşilçam yönetmeni, Eşkıya'da son eşkıya, Kabadayı'da son gerçek kabadayı kültü yaratmak üzerine bir formül kullandı. Aslında muhtemelen Türkiye'deki keskin dönüşümü bilmesinden ve bunun tanığı olmasından kaynaklanan ''Artık hiçbir şey eskisi gibi değil'' hissiyatı bu senaryo ve karakter oluşumu şablonuna etki etmiştir. Ancak yine de kendisini tekrarlayan ve gizemini yitirmiş bir model olduğu konusunda ısrarcıyım. 12 Eylül ve Özal dönüşümü Muhsin Bey'de tam anlamını buluyordu. Bunun için de o toplumsal değişim ve vıcık vıcık kirlenme hissiyle birlikte zarafetin yok oluşu karşısında hepimiz ortak bir hüzün yaşıyoruz.

Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni_cinepopularica.blogspot.com

Yeşilçam'ın aranan aşk filmi yönetmenlerinden Haşmet Asilkan, 12 Eylül dönemini de göz önüne alarak toplumcu gerçekçi bir sanat filmi çekmek istemektedir. Müjde Ar'ı filmde oynatma şartıyla bir yapımcıdan para bulur. Müjde Ar'ın iptal olmasıyla yeni oyuncu arayışına giren Haşmet Asilkan, onun yerine Jeyan (Pıtırcık Akerman) adında deneyimsiz bir oyuncuyla, Jön olarak ise Tarcan'la (Oktay Kaynarca) anlaşır ve devrimci karakterini ona emanet eder. Eski bir konakta geçen filmde, Hapisten kaçan iki devrimcinin, görkemli bir konakta yaşayan fabrikatör baba ve kızını rehin alması konu edilecektir. Film setinde işler yolunda gitmez. Önce Fabrikatör baba (Aytaç Yörükaslan) sette ölür, sonra Jeyan'la Tarcan aşkı Haşmet'i derinden yaralar. Haşmet yine de hayatının projesini bitirmek için her şeyi göze alacaktır. 

Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni_cinepopularica.blogspot.com

Haşmet'in Jeyan'a olan aşkı eskinin zanaatkar ama entelektüel olarak cılız yönetmeninin acemi fakat donanımlı yeni kuşak karşısında duygusal hezeyanına dönüşüyor. Haşmet'in özenle seçtiği beyaz türk adı, soyadı, filmin başında gördüğümüz imajı, uydurduğu özgeçmişi, sektörle ilişkileri koca bir yalandır, fakat sonraki on yıllarda sıkça karşımıza çıkacak olan yarı aydın yönetmen figürüne de fütüristik bir göndermedir. Nedendir bilemiyorum, Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni bende hep bir televizyon filmi duygusu uyandırmıştır. Film içinde film hissi yaratmak içindir diye düşünüyorum, belki de daha sonra yapımcısı ve yaratıcısı olacağı Süper Baba dizisinde bu filmden oyunculara yer verdiği için beynim böyle kodluyordur. Bu bahanelere inanmak istiyorum. Çünkü film, Türk sinemasını anlamlandırabilmek adına çok önemli bir köşe taşıdır. Bazı Yavuz Turgul klasiklerinin gerisindeyse de son dönem filmlerinin epey ilerisindedir.


Filmin fragmanı

29 Ekim 2020 Perşembe

Körfez (2017)

 


Tat ve koku kaybı bir varoluş meselesi mi?



Yönetmen Emre Yeksan'ın ilk uzun metrajlı filmi olan Körfez, ücretli bir video platformunun ardından yazının yayımlandığı bugünlerde vimeo üzerinden ücretsiz olarak seyirciyle buluşuyor. Daha önce yerli ve yabancı birkaç filmin yapımcılığı görevinde bulunan Yeksan, doğup büyüdüğü yer olan İzmir'e büyük bir aradan sonra dönüp çocukluğunda burnuna gelen bir kokunun peşinden bu filmi yapmaya çalıştığını söylüyor. Senaryoyu öykücü Ahmet Büke'nin katkılarıyla yazmış ve çocukluğunun gençliğinin kokusunu başka bir bağlamda ele alarak ilginç bir anlatı kurmuş. 


30'lu yaşların ortasındaki Selim'in (Ulaş Tuna Astepe) boşanma ve işsizlik sürecinin ardından baba ocağına dönüşü ve orada kendisini büyük bir yabancılaşmanın ortasında bulması anlatılıyor. Selim karakterinin sinemamızın iki binler sonrası erkek karakterleri göz önüne alındığında son derece tanıdık olduğunu söylemeliyim. Selim'i alıp Serdar Orçin ya da Olgun Şimşek'in oynadığı herhangi bir filmimize yerleştir sırıtmaz. Bu benzeşme bakımından değilse de karakteri boyutsuzlaştırma ve film boyunca tutarlı hale getirme çabasından ötürü eleştirilerim var. Kendinden bile bezmiş, oradan oraya salınan, ayaklarının götürdüğü yere istemsizce giden yabancılaşmış insan figürü yaratma konusunda ciddi anlamda dertliyiz. Zamanda mekanda ve olayda dönüşümler yaratılırken karakterlerimiz her olay karşısında aynı kalmayı nasıl başarıyor? 


Koku kavramı filmin merkezdeki meselesini teşkil ediyor. Kaygısız üst-orta sınıfın burnunun kemiğini kıran bu koku alt sınıfların kanıksadığı ve giderek umursamadığı bir hâl alıyor. Bu anlamda Parasite öncülü bir yaklaşım var ki, asıl onun vurgulanması gerekiyor. Giden orta sınıf mensuplarının boş bıraktığı evlere onların yanında çalışan alt sınıflar yerleşiyor ve bir süreliğine de olsa çalışan oldukları evlerin ev sahipliği yapıyorlar. Emre Yeksan, Yeni Latin Amerika sinemasında mekanın algı duvarını yıkan biçimi de kullanmış. Sahnenin ana karakterlerinin sohbetine yan unsur olarak katılan alt sınıftan insanlar bir anda kamera tarafından takip edilerek sahnenin tamamlayıcı ve politik unsuru olmaya başlıyor. Senaryonun, karakterin ve özellikle temponun ciddi zaaflarına karşın anlatımdaki farklılaşma çabasını beğendiğim bir film oldu. 

Filmin fragmanı



22 Eylül 2020 Salı

İklimler (2006)

 

Kaygısı aşkından büyüktür Bozkırkurdu'nun



Nuri Bilge Ceylan'ı var eden Taşra Üçlemesi'nden sonra İklimler filminin vizyonunu merakla beklediğimi anımsıyorum, filmin post prodüksiyonunda ve kamera arkasında çalışan bazı arkadaşlarımdan filmle ilgili tüyolar almaya çalıştığı mı da. Kasaba, Mayıs Sıkıntısı ve Uzak sonrası verilen yaklaşık dört yıllık bir aradan sonra Ceylan, bu filminde hem kendisi oynuyor, belki de kendisini oynuyor hem de kendisine atfedilen fotoğraf gibi kadrajları ilk kez görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki'ye emanet ediyordu. Gökhan Tiryaki önce steadicam adı verilen sabitleyici bir kamera düzeneğinin operatörü olarak sete çıkıp sonrasında sette görüntü yönetmenliği vazifesini devralıyor, sonrasında ise yolu NBC ile kesişen hemen herkes gibi film piyasasının önemli isimleri arasında yer alacağı günlere ilerliyordu.


Bahsettiğim Taşra Üçlemesi, yerli sinema çevrelerine minimalist anlatıyı, beraberinde Ozu, Bresson, Tarkovski gibi saygın ve sade anlatı ustalarını yeniden hatırlatması bakımından da azımsanmayacak taşıyordu. İklimler ise bu minimalist anlatım tarzını sembolizme ve dijitale taşıyan filmdir. Daha önce kimyasal film makineleri kullanan Nuri Bilge Ceylan, İklimlerle birlikte ilk kez dijital kameraya ve fotoğrafçılıktan kalan bir dijital müdahale olanağına kavuşmuş oldu. Fotoğraflarında da bulutların ve gölgelerin kontrast seviyelerinde sert seviyeler kullanmayı sevdiğini biliyoruz. Filmde köprü üzerinde tek başına durduğu o jenerik sahne (aşağıdaki fotoğraf) daha sonra sürekli hale getireceği bir yöntemin de başlangıcı ve etkili bir uygulama örneğidir. Aslına bakılırsa bu filmin görsel sembolizminin de göstergesidir. İklimler, diğer tüm filmlerine kıyasla NBC'in teknik anlamda en deneysel filmidir. 2000'lerin başında tüm festivallerin gözdesi olan Uzak Doğu filmlerinde (Özellikle Tayvan, Tayland, Hong Kong filmleri) görmeye alıştığımız donan kareler, atlayan kurgu ve ses geçişleri (Jump cut) dikkat çekici. Nuri Bilge Ceylan, döneminin estetiğini yakından takip eden iyi bir sinema izleyicisi olarak da ele alınması gereken biridir bu anlamda. 

Bir şekilde ayakta kalmaya çalışan, ite kaka yürüyen bir ilişkinin üç mevsimini izliyoruz. 30 dakikalık bir yaz mevsimi, 30 dakikalık bir sonbahar ve 40 dakikalık bir kışın ardından gelmeyen bir ilkbahar. İlkbahar, İsa'nın umudunda, Bahar'ın İsa'ya anlattığı rüyada ve en çok da adında gizli. Anlatının sembolizmi ve bu metaforların doğrudanlığına karşın Nuri Bilge Ceylan sinemasını özel kılan sahicilik duygusu yine filmin hamurunu oluşturuyor. Ceylan'ın sinemasını erkek dünyası sineması olarak değerlendiren bir görüş aslında bunu olumsuz bir eleştiri olarak ele alıyor, fakat şimdilik İklimler özelinde değerlendirdiğimde, kendisini ele veren, tutarsız ve zayıf karakterini gözler önüne seren, kendi yalanlarını ihbar bir erkek dünyası, aynı zamanda ciddi bir özeleştiriyi de içinde barındırıyor. 

İklimler'in baş karakteri İsa'nın Bahar'la olan meselesi ve aşkı her mevsim ayrı bir kavramın gölgesinde. Bu karakterin ilkbahar geldiğinde Bahar'ı arzulayıp özleyeceğine inanmak saflık olur. Bahar'ın adını duyar duymaz İsa'yı Ağrı'ya götüren aşk değil başka bir erkeğin, başka bir rakibin olup olmadığının doğurduğu meraktır. İsa Bahar'ı hızlıca bulup onu hızlıca ama gönülsüzce ikna etmeye çalışır. Bahar'ın yalnız olduğunu öğrenip huzura erdiğindeyse tek derdi belki iki gün daha müsait olan Serap'la zaman geçirmektir. Filmin, tüm yan karakterleriyle birlikte müthiş bir insani zenginliği var. Aynı odayı paylaştığı akademisyen, Ağrı'daki taksici, hâlâ muhtaç olduğu için uğradığı anne babası ve hatta uçak bileti aldığı esnafın bile. İsa, herkese bambaşka taraflarını göstermekte usta bir yalnız olarak sinemamızın özenle yaratılmış karakterlerindendir. 


Filmin Fragmanı



14 Eylül 2020 Pazartesi

Son Çıkış (2018)


Tuhaf ama tanıdık:Ramin Matin'den Son Çıkış



Son Çıkış (2018)

Ramin Matin'in 2018 tarihli filmini Mubi sayesinde izleyebilenlerdenim. Maalesef birçok farklı türdeki türk filmi tuhaf biçimde az konuşularak cılız sinema gündeminde dahi kendilerine yer bulamıyor. Hani çölde her şey mucize etkisi yapardı? Festival takipçilerinin bile adını duymadığı iyi filmlerimiz mevcut, ne hazin. Hakkında okuduğum az sayıdaki değinide kara mizah olarak tanımlanan film, zıvanadan çıkan Türkiye ve özellikle İstanbul şartlarında, en azından benim gibi, toplu taşıma kullanan, kentin çeperlerinde gün geçiren insanlar için buram buram toplumsal gerçekçilik kokuyor, biraz da akademik izahla post özalizm.

Tepemizdeki Gölge can kantarcı

Yakın zamanda Tepemizdeki Gölge adlı bir romanı yayımlanan Can Kantarcı'nın senaryosu bir noktada Alper Canıgüz'ün Gizli Ajans'ı kadar doğal ve bir o kadar tuhaf bir bilinç akışına dönüşüyor. İstisnasız tüm düşünce aleminin, tüm sanat aleminin festival odaklı konfor batağına saplandığı dönemde ayrıksı olmak, dönemin ruh haline ayna olmak neden bu kadar kıymetsiz kalıyor bunu anlayamıyorum. Tüm sözlüklerin en çok hit alan başlıklarından birinin ''Türkiye'den s.ktir olup gitmek'' olduğu bir ülkede gidememek üzerine gizli bir hazine oysa ki. Aynı haksızlık Yazı Tura'ya da Küçük Kıyamet'e de yapılmıştı bu arada, yani sadece gösterilene odaklanma huyunun mazisi yeni değil bizde. 

tepemizdeki gölge. can kantarcı

Çıplak Vatandaş gibi, Namuslu gibi, Talih Kuşu gibi müteahhitlerin birinci kuşağını anlatan filmlere akraba olduğunu ekleyeyim. Deniz Celiloğlu'nun da bu kaliteye katkısı büyük, karakterini inanılmaz içselleştirmiş. Film, Netflix ruhuna ters onu anladık da en azından BluTv gibi yerli platformlar bu tür filmlere yer vermez ise bu tür filmler şehirli yönetmenlerin steril taşra filmlerine nasıl galebe çalacak? Neyse, yeni Türk sinemasının bir an önce, tüm diğer saplantıların yanı sıra, biçimsel çeşitliliğe de kavuşması ümidiyle Son Çıkış'ı bir şekilde bulup izlemenizi tavsiye ederim. 


Filmin fragmanı