Kısa çöpler, uzun çöpler
Netflix prodüksiyonu olan The Trial of the Chicago 7 (Şikago Yedilisi'nin Yargılanması), Amerika Birleşik Devletleri gençliğini 68 hareketine götüren yollara ışık tutması bakımından önemli bir film. Bu süreci elbette tek sebebe indirgemek oldukça güçtür. 68'e giden yolda birbiri ardına yığılan onlarca hadise, toplumun tüm katmanlarını ayrıştırma ve öfkeyi biriktirme amacını güderek, sanki tek el tarafından organize edilmiş gibidir. Siyahlara karşı uygulanan korkunç politika sonrası tırmanan gerilim Martin Luther King'in öldürülmesiyle birlikte Kara Panterlerin iyiden iyiye örgütlenmesini doğurdu. 1965 yılı, Amerika'nın Vietnam saldırısında gemi azıya aldığı yıl oldu, Amerika'nın asker ihtiyacı doruğa çıktı. Nihayetinde öğrencileri askerlikten muaf tutan kanun 1967 yılında yürürlükten kaldırıldı. Öğrenci hareketi de böylece iyiden iyice sıcak alana dahil edilmiş oldu. 1950'lerden bu yana zaten cadı avı ve tasfiye politikası yürüten Amerika sağına karşı ciddi bir öfke birikmesi söz konusuydu. Bu birikmenin farkında olan başkan John F. Kennedy hem siyahilere hem de öğrencilere karşı ılımlı bir tavır takınmış, ancak 1963 yılında öldürülmüştü. İşte sembolik bir yıl olan 1968'e ve bu harekete gidilen yolda Amerika kaynayan kazana döndü. Bu süreçte hem Silent Generation (Sessiz kuşak) hem de Beat Generation (Beat kuşağı) oluştu. Sessiz kuşak yerinde sayarken Beat kuşağı bir kültür devrimi yaşayarak dallandı budaklandı. Çağımızın en iyi senaryo yazarlarından biri olan Aaron Sorkin tam da bu bölünmeyi ve sorun yumağını eşeliyor. The Trial of the Chicago 7, adalet arayışı temalı filmleri aşarak üstü örtülmüş bir haklı isyana ışık tutuyor.
Amerikan sinemasında bu tür doğrudan politik filmlere nadiren rastlanır. Son yıllarda buna meyletme ihtiyacı güttüklerini de belirtmem gerekir. Her türlü yenilikçiliği gerçekleştirmelerine rağmen, halkın sinema yoluyla bu tarz doğrudan politik alanlara meyletmesi, sağıyla da soluyla da Amerikan müeesses nizamı için en korkutucu senaryo olsa gerek. Özellikle George Floyd'un polis tarafından katledilmesinin hemen ertesinde Amerika sokaklarında ciddi bir hareketlilik yaşanırken filmdeki siyahi Bobby Seale yoluyla güçlü bir gönderme yapılması oldukça etkileyici. Aaron Sorkin'in bu film için seçtiği anlatım tarzı da bir karakterin yolculuğu şemasına dayanmıyor. Filmi ana kahramandan yoksun bırakarak dönemin ruhunu biçimine işliyor. Tüm dokundurmaların yanı sıra, demokrasinin Amerika'da her türlü otoriteden ve baskıdan güçlü olduğu vurgusu yine var. İdealize edilmiş hukukçular, devlet görevlileri hatta bakanlar bile bu anlamda sistemi övme unsuru olarak görünür haldeler. Ama günün sonunda, her türlü hak arayışından eli boş dönülen bir ülkede yaşıyoruz. Bu konuda eleştiri hakkım saklı kalsın. Her şeyin gözümüze batması olağan. The Trial of the Chicago 7'ı, en güzel gençlerimizi ölüme gönderişimizi düşünerek izledim. onların (Amerikalı gençlerin) hak arayışlarını ölüm riski olmadan gerçekleştirdiklerini bile bile. Hızlı akan diyalogların arasında, mağrur gözlerle adaleti sorgulayan Amerikan gençlerinin yüzünde bizim gençlerimizin buruk yüzlerini anımsadım. Büyük bir utançla.