Cinepopularica: Fantastik
Fantastik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fantastik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Şubat 2018 Cuma

Akai hashi no shita no nurui mizu / Kızıl Köprünün Altından Akan Ilık Sular 2001


Imamura'nın bilgece finali



Yılan Balığı'nın büyük başarısının ve yönetmen Imamura'nın Avrupa'da yeniden dirilişinin üzerinden pek fazla zaman geçmemişti ki, Kızıl Köprünün Altından Akan Ilık Sular, yine Cannes Film Festivali'nin yarışma bölümünün favorileri arasına girdi. Nanni Moretti'nin Oğul Odası'na kaptırdığı Altın Palmiye'yi bir tarafa bırakayım. Avrupa'da yeniden diriliş derken Imamura'nın son dönem masalsı ya da fantastik olarak adlandırabileceğimiz son dönem filmlerini kast ediyorum. Kızıl Köprünün Altından Akan Ilık Sular, bir defteri kapatan, sinemanın bu büyük ve nev-i şahsına münhasır ustasının son filmi. Herhangi bir ödülün getireceği popülarite göz ardı edilerek sırf bunun için bile izlenmeye değer. 


90'lı yıllarda yaşanan büyük ekonomik buhranda tüm mal varlığını kaybeden Yosuke Sasano, (Koji Yakusho) gizli bir hazineyi bulmak için küçük bir kasabaya gider. Oldukça değerli olan bir nehir etrafına kurulan kasabada birbirinden ilginç insanlar yaşamaktadır. Yosuke, tesadüfi bir karşılaşmanın sonucunda Saeko'yla (Misa Shimizu) tanışır ve birlikte yaşamaya başlarlar. Saeko, içinde su biriktiren ve ancak orgazm olarak bu suyu atabilen bir kadındır ve içindeki suyu attığında kasabanın suları da kabarmaktadır. 


Kızıl Köprünün Altından Akan Ilık Sular, Yılan Balığı'nın devamı gibi de düşünülebilir. Bu konuda hiçbir atıf olmamasına karşın, hem başrol oyuncularının aynı olup, bir de aynı hissiyatı sürdürmeleri hem de mekanın o ruh halini fena halde sürdürüyor oluşur bende o intibayı yarattı. İzlemesi ve konu bütünlüğünün kurulması epey zor olduğu için bir referans aradım belki de. Filmde Taro karakteri, Yasuko'nun akıl hocası olarak yaşama dair ilkelerini anlatırken aklıma Imamura'nın kendisi geldi. Sanki kendi düşüncelerini son filminde anlatmayı seçmiş gibiydi. Kadının varlığı ve önemine dair önemli bir metafor olarak suların kabarması kullanılmış, Imamura'nın sinemasında kadının yerine ve kıymetine dair bir vurgu olarak dikkat çekici. 


Shohei Imamura, diğer birçok Japon yönetmeninden farklı olarak orta üst sınıf bir ailenin çocuğu olarak yetişmiş, Kurosawa'nın Rahomon fimini izledikten sonra sinema yapma fikri iyiden iyice kafasında şekillenmiş. Daha önce bahsettiğim aşamalardan sonra fikriyatı iyiden iyiye değişmiş ve alt sınıfın hikayelerini anlatmayı seçmiş Imamura. Kafamızdaki Japon algısının gerçeği yansıtmadığını, Japonya'da isyancı hatta devrimci bir damar da bulunduğunu bize anlatmayı başarmış bir deha. Avrupa'da neden bu kadar farklı bir yerde olduğu çok iyi anlaşılıyor. Özgün kalıp, kendi halkının gerçeğini anlatabilmek çok az sinemacıya nasip olmuştur. 



6 Ocak 2018 Cumartesi

Otoshiana / Görünmez Tehlike 1962



Japon Yeni Dalgası'na giriş




Hiroshi Teshigahara, 1950'li yıllarda çektiği uzun ve kısa metrajlı belgesellerin ardından Otoshiana / Görünmez Tehlike ile sinema filmi çekmeye başlıyor. Japonya sinemasında 1950'li yılların sonunda Nuberu Bagu adı verilen bir sinema akımı beliriyor. Japon Yeni Dalgası olarak tanımlanan bu akımın en önemli temsilcilerinden biri, ilk filmlerini de bu akımın belirgin özelliklerini yansıtacak biçimde çeken Hiroshi Teshigahara'dır. Bu büyük yönetmen Japonya edebiyatının en önemli temsilcilerinden bir olan çağdaşı ve arkadaşı Kobo Abe'yle birlikte ilk filmlerini çekti. Varoluşçu temellerle inşa ettiği filmlerle Japon Yeni Dalga akımının en önemli yönetmenlerinden biri olan Teshigahara'ya sonraki filmleriyle de değinmek istiyorum, zira çok önemli bir damarı temsil ediyor. Şimdi İlk filmi Görünmez Tehlike'ye bakalım.


İş bulma ümidiyle oğlunu (Kazuo Miyahara) da yanına alarak her kapıyı çalan Otsuka (Hisashi Igawa) bir maden ocağında iş bulur. Issız yollardan geçerek çalışacağı yere ulaşmaya çalışan Otsuka beyaz eldivenli bir adam (Kunie Takana) tarafından öldürülür. Çocuğunu emanet ettiği şeker dükkanı sahibi kadını (Sumie Sasaki) da öldüren beyaz eldivenli adamın hedefindeki asıl kişi ise Otsuka'ya ikizi kadar benzeyen sendikacı Toyama'dır (Sen Yano).


İkinci Dünya Savaşı sonrasında bizzat stüdyo sistemi içerisinde film çeken yönetmenlerin kamerayı sokağa çıkarmasıyla başlayan sürecin, yani Nuberu Bagu'nun önemli örneklerinden biri olan film (aslında kitap) ölüm sonrası yaşamaya devam eden ruhları metafor olarak kullanıyor. Savaş sonrası Japon toplumunda büyük bir manevi boşluk oluşuyor ve özellikle edebiyat ve sinemada ruhlarındaki yaraları yeniden sarabilecekleri şifayı arıyorlar. Ruhun ölümsüzlüğü Asya kültürlerinin kodlarına işlemiş bir olgudur. Dönemin edebiyat ve sinemasını birleştiren en önemli yapıtlardan bazılarını veren Hiroshi Teshigahara'nın bundan uzak durması düşünülemezdi. Sadece yaşayan ruhlar değil, sendikal hareketler, işsizlik ve bunalım da yönetmenin odağındaki konular.


Filmde sorgulanmayan bir yetim oğul meselesi de var. Ölüleri sadece ölüler görebilirken ölüler herkesi görebiliyor, fakat ufak çocuğu kimse görmüyor. Burada savaş sonrası yetim kalmış binlerce Japon çocuğa ciddi bir vurgu var. Fransız Yeni Dalga filmleri tüm dünyayı etkilediği gibi Japon Yeni Dalga filmlerine de ilham vermiştir muhakkak. En azından böyle bir akımın gerekliliğini dönemin Japon entelektüellerine sorgulatmıştır. Kendilerinden önceki Japon yönetmenlerin özgün bakış açılarıyla birleştirdikleri Nuberu Bagu,  Fransız Yeni Dalgası'na göre daha kavramsal ve derin. Bu yazıda biraz olsun akıma giriş yapmış oldum, sonraki yazılarda filmlere daha fazla odaklanmak için zemin oluşturduğumu düşünüyorum.


Filmin Fragmanı

14 Haziran 2016 Salı

Mr. Nobody / Bay Hiçkimse 2009

Genç bilebilse, ihtiyar yapabilse


Jaco Van Dormael’i şöhrete kavuşturan, dolayısıyla geniş kitlelerce sinemasını görünür kılan filme geldi sıra; Bay Hiçkimse’ye. Kafa açan bir film olduğunu okumuştum, ilk dakikalarından itibaren buna kendim de tanık oldum ve gözümü bile kırpmadan izleyemeye başladım. Filmin bitiş jeneriğiyle birlikte koca bir rus romanını bir solukta okumuş, bunun gururunu yaşayan, gel gör ki konuyu anlayamadığını düşünen adam gibi hissettim. Şimdi durum nedir?, Hemen izah edeyim.


Aslında mesele o kadar da karmaşık değil.  Yönetmenin diğer filmlerindeki başka dünya tasavvuruna kulak kesildiyseniz aslında gayet göze görünür bir metinle baş başa kalıyorsunuz.  Jaco Van Dormael’den hareketle film hakkında şöyle bir şey söylemek istiyorum. Mümkün haller içerisinde tüm ihtimalleri denemeye çalışan bir film gerçekleştirme düşüncesiyle ortaya çıkmış, biraz uzun olması ve derli toplu olmaya bir türlü meyledememesi yüzünden hafif bir karmaşa yaşayan tatlı bir film. Umarım çok karmaşık bir açıklama olmamıştır.



2092 yılında 120 yaşında bir adam olarak uyanan ve son ölümlü olarak ölümü bekleyen Nemo (Jared Leto), yaşam transkriptindeki tüm olasılıkları yaşamaya başlar. Hayatındaki üç kadınla ve üç olası aileyle ilgili olarak yaşadıkları onu başka evrenlere sürükler. Annesiyle babasının ayrılığından başlayarak hayatındaki tüm öenmli anları tekrar yaşayan genç adam için en samimi nasihat yine kendi ihtiyarlığından gelecektir: ‘’Her şey hallolur, iyi yada kötü’.



Yönetmenin tüm filmlerine bakmış biri olarak sıkıntılı bir alana da değinmek istiyorum. Süreden kaynaklanan ritim bozukluğu. Bütün filmleri oldukça etkileyici olmasına rağmen bu filmlerin başyapıt mertebesine ulaşmasını engelleyen sıkıcı ve bölücü on, on beş dakika istisnasız her filmde mevcut. Bay Hiçkimse özelinde şunu belirtmem lazım, izleyiciye lazım olan, karakterle özdeşleşme ya da yabancılaşmada ortaklık hissi bu filmde özel bir çaba gerektiriyor. Bunlara rağmen senaryonun teknik taraflarını kavrayabilecek kadar film izlemişseniz gerisi vız gelir. Olumsuz eleştirimi de yaptığıma göre filmi tavsiye ederek yazıyla vedalaşıyorum. İyi seyirler.

Filmin Fragmanı

7 Haziran 2016 Salı

Bakjwi / Kan Arzusu 2009


Aşk bir dengesizlik işi, kansız olmaz


Chan-wook Park aşkın tuhaf halleriyle ilgilenmeye devam ediyor.  Kan Arzusu filmi benim için iki anlamda oldukça cazipti. Öncelikle filmin başrolünde oynayan Kang-ho Song’un her filmini görmeye çalışan biri olarak bu filmi listeme kaydetmiştim. Song bana göre yaşayan en önemli aktörlerden biri. İkinci sebep ise filmin hikayesiydi. Konu ayrımı yapmaksızın her dokunduğu konuyu fantastik bir hale getiren Chan-wook Park, kendiliğinden absürd bir konuda ne tür fırtınalar estirmiştir diye merak içindeydim.


Açılışı ve ilerleyişiyle birlikte büyük merak yaratan filmlerden biri Kan Arzusu. Konuyu başka bir boyutuyla ele almamızı sağlayan gelişme bölümüyle birlikte devreye başka türden bir aşk giriyor ki, tadından yenmez. Bir vampir filmi izlediğimi düşünmeden aşk mevzuu üzerine düşünmeye sevk etti beni bu film. Absürd bir filmi kaba mizahtan uzak tutup hikayeyi yer yer acınası hale getirmek filme işlerlik ve cazibe katmış bana kalırsa.



İyilikten ve doğruluktan şaşmayan peder Sang-hyeon (Kang-ho Song), tüm hastalara yardım edebilmek ve Tanrı’ya daha yakın hissedebilmek için kendisini bir deneye adar. Deney sonucunda cüzzamlı bir vampire dönüşen peder, bunu saklasa da başka özelliklerinden dolayı insanların dikkatini ve ilgisini çekmiştir. Ona saygısını göstermek isteyen bir ailenin evinde kalan peder, ailenin kızıTae-ju’ya (Ok-bin Kim)aşık olur. Genç kızı da bir vampire dönüştüren peder, kızı doyurmakta zorlanacak  ve vampir ikili kan arayışını hızlandıracaktır.


Filmin tüm meselesi, en marjinal halin gölgesinde yaşanıyor olsa da aşkın deliliğini aşan başka bir konu olamayacağını anlatabilmek. Yönetmen bunu fazlasıyla başarıyor. Film iki saati biraz aşıyor ve sıkıcı olmaya başladığı bir yer var açıkçası ve tek eleştirim buraya. Görüntü yönetimi, efektler her zamanki gibi mükemmel.

Filmin Fragmanı