Cinepopularica: Giuseppe Tornatore
Giuseppe Tornatore etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Giuseppe Tornatore etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ocak 2018 Perşembe

La corrispondenza / Sıra dışı İlişki 2016


Kara bir türlü görünmüyor



İçinde Jeremy Irons olan filmler benim için gözü kapalı izlenmesi gerekenler sınıfındadır. Bu müthiş aktör, yorumladığı her filmi başka bir boyuta taşıma konusunda mahirdir. Sıra dışı İlişki de buna müsait bir film. Giuseppe Tornatore'yi akla getirecek hiçbir unsura sahip olamayan, açıkçası düpedüz anlamsız bir filmi bile bir tık yükseltmiş olmasından dolayı girişi onunla yapmak istedim. Genelde tekil filmlere karşı takınabildiğim rasyonel tavrı yönetmen sineması incelerken takınamıyorum. İlk filminden bu yana gelişimini ve yöntemlerini kavradığım için haliyle bir yakınlık kuruyorum, gel gör ki bu filmi tanımasam da olurdu diyorum.


Film setlerinde tehlikeli sahnelerde dublörlük yapan Amy, (Olga Kurylenko) kendisinden oldukça büyük olan eski hocası Ed Phoerum'la (Jeremy Irons) birliktedir. Uzay bilimleri Profesörü olan Ed, sevgilisine bitirme projeleri konusunda da yardımcı olur. Bir dizi konferans için şehirden ayrılan Ed ve Amy sürekli video mesajla haberleşirler. Kısa bir süre sonra Ed'in ani ölüm haberini alan Amy, Ed'den hala video mesajlar gelmesi karşısında şaşkına döner ve onu bulmayı aklına koyar. 


Mis gibi konusu var neden kötü olsun ki? diyecenler olacaktır belki. Bu mis gibi konu bizzat Giuseppe Tornatore tarafından yazılmış ve yine bizzat onu tarafından uzay boşluğuna salınmış. Konu bir yere varmıyor, gizem ya da macera desen o da yok. Avrupalı yönetmenler akıllarındaki ilginç fikirleri değerlendirip sürekli sahada olmak için kısa filmlere şans verirler. Keşke Tornatore de böyle yapsaydı, iyi bir kısa film izlemiş olurduk. Karakterlere verilmiş meslekler üzerinden okuyun, Dublorlük ve tehlike, Astronomi ve rölativite (görelilik). Güzel bir zıtlık olabilirdi belki ama bir süre sonra o yol da tıkanıyor. Her şeye rağmen berbat bir film diyemem, ne de olsa bir Tornatore filmi. 


Filmin Fragmanı

3 Ocak 2018 Çarşamba

La migliore offerta / En İyi Teklif 2013



Sahip olmak ya da olmamak



1900 Efsanesi'nin yapısal anlamda İtalya etiketli bir Amerikan filmi olduğunu söylemiştim. En İyi Teklif de böyle bir film. İtalya'da İtalyan bir yönetmen tarafından çekilmiş olsa da yapısal olarak alıştığımız Amerikan-İngiliz dokusunu taşıdığını görüyoruz. Oyunculuk faktörünü de eklemek gerekiyor elbette. Sonda söyleyeceğimi bu sefer başta söyleyeyim. Geoffrey Rush senaryoyu bambaşka diyarlara taşımış, gizemi psikolojik gerilime dönüştürmeyi başarmış. Karakterin film boyunca nasıl keskin ama nasıl bir o kadar da dengeli dönüştüğünü görmek bu filmi izlemek için başlıca sebeplerden biri. 


Dünyanın önemli sanat eserlerini alıcılarla buluşturan ünlü müzayedeci ve eser uzmanı Virgil (Geoffrey Rush), yeteneksiz ressam arkadaşı Billy Whistler'la (Donald Sutherland) birlikte en pahalı eserleri ucuza kapatarak önemli bir servet sahibi olmuştur. Evinde sakladığı eserlere yenilerini katmak için yeni bir müşteriyle buluşur. Tuhaf davranışları olan genç Bayan Claire (Sylvia Hoeks), Yaşlı Virgil'in aklını başından alır. Hayatı boyunca çizdiği disiplinli imajı yerle bir eden Virgil, her şeyini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. 


Tornatore'yle süre ve ritim konusunda genel itibariyle bir türlü barışamadım. En İyi Teklif de biraz uzun ama iyi bir film. Başka bir oyuncu başrolü alsaydı nasıl olurdu bilemiyorum, fakat sanırım yönetmen, Geoffrey Rush'ın oyunculuğunu kısaltmaya kıyamamış. En İyi Teklif, Ennio Morricone'nin tematik müzikleri, Geoffrey Rush'ın büyük aktörlüğü ve girift senaryosuyla gizem türüne iyi bir örnek. Filmin çok net bir meselesi var, o da taklit ve sahte olmak üzerine. Ana karakterimiz haksız müzayede servetini, pahalı eserlere taklit damgası vurup onlara sahip olarak edinmiş. Finalde aşık olduğu kadın da ona hayatının sahtekarlığını yapınca taşlar düşüncede yerine oturuyor. İyi bir gişe filmi sadece kafa boşaltmak zorunda değil. Giuseppe Tornatore'nin  bunu ispatlayan filmler yapmaya devam etmesi ümidiyle.


Filmin Fragmanı

La sconosciuta / Esrarengiz Kadın 2006



Kızım olmadan asla



Giuseppe Tornatore, çağının kültür sanat eğilime ayak uydurmayı başarabilmiş bir yönetmen. Dönemin gerektirdiklerini harfiyen uyguladığını veya konformist olduğunu söylemiyorum. Filmlerine baktığımızda politik 80'ler, dönem destanlarına dümen kıran 90'lar ve kentli-global kriz karakterleri içeren 2000'ler görürüz. Bu aynı zamanda genel eğilimlerle örtüşür. Mesele şudur ki Tornatore bu dönemlere yön verebilmiş yönetmenlerden biridir. Vitrindedir, takip ettiklerini özgün bir şekilde devam ettirir, takdir görür. Esrarengiz Kadın, önceki Tornatore filmlerinden Şüpheli ile yapısal benzerlikler taşıyor. Bu benzerliği açıklayacağım fakat kurgusu ve sosyal mesajıyla gerçek bir 2000'ler klasiği olan Esrarengiz Kadın'a bakalım öncelikle.


Ukrayna'da hayat kadını olarak çalışan Irena (Kseniya Rappoport), doğumdan sonra kendisinden alınan kızının (Clara Dossena) peşine düşer. Kızını sahiplenen ailenin temizlikçisi olan Irena, onu geri alabilmek için her şeyi göze alır. Ukrayda'da kendisini seks kölesi olarak çalıştıran Muffa (Michele Placido) da bu sırada Irena'nın peşine düşer. Irena hem Muffa'dan hem de kızını sahiplenen aileden kurtularak kızına kavuşmaya çalışacaktır.


İzlemeyenler için konudan bahsetmem gerekiyor. Bu yüzden genellikle ikinci paragrafta anlatıyorum. Film, gizem dolu başlıyor ve Irena'nın neyin peşinde olduğunu uzun müddet anlamıyoruz. İlginç olan şu ki filmin sonunda da kızın kendisine ait olup olmadığını bilmiyoruz. Güçlü bir tahminle onun kızı olduğunu hissediyoruz, zira büyüdükçe ona benziyor. Film bu anlamda bir bulmacayı tamamlama üzerinden değil de hayat kadını olup yaşamı elinden alınan bir kadının dramı üzerinden okunduğunda anlamlı oluyor. Şüpheli ile bağlantısı işte tam bu noktada başlıyor. Biz Şüpheli'de suçluyu değil çözülmeyi izledik, birtakım şüphelerimiz vardı ama suçluluğa emin olamadık. Bu bakımdan izleyiciyi filmin finalinden sonrasına da dahil eden başka bir Giuseppe Tornatore filmi olarak görüyorum Esrarengiz Kadın'ı.


Filmin Fragmanı

2 Ocak 2018 Salı

La leggenda del pianista sull'oceano / 1900 Efsanesi 1998




Bir biyografinin efsanevi intiharı




Cennet Sineması, Giuseppe Tornatore'nin henüz ikinci filmiydi ve bu filmle Amerika sinema piyasasının en büyük ödülünü kazanıp adını sinema tarihine yazdırmıştı. Kendi ülkesinde filmler çekmeye devam ettikten sonra Roman Polanski ve Gerard Depardieu ile çalıştığı Şüpheli filmini Fransızca olarak çekti ve Fransa'da da iş yapmış oldu. 1900 Efsanesi ile birlikte Tornatore Amerika sınırına ayak basmış oldu. İngilizce çektiği bu film Tornatore'yi başka bir mertebeye taşıdı. Sermaye ve yapım bağlantıları bakımında İtalya sineması başlığında değerlendirmek durumda olsak da 1900 Efsanesi açık biçimde bir Amerikan filmidir. 


Avrupa'nın çeşitli yerlerinden yolcuları New York'a götüren bir Transatlantikte kimsesiz bir bebek bulunur. Danny Boodmann (Bill Nunn) bu bebeğe Lemon Nineteen Hundred (Tim Roth) adını verir. Hayatı boyunca gemiyi terk etmemiş olan Nineteen Hundred, geminin piyanosuyla haşır neşir olur. Gençliğinden itibaren dinleyen herkesi büyüleyen genç adam, karşısına gelen herkesi hatta caz müziği bulan adam olarak ün salan Jelly Roll Morton'ı (Clarence Williams III) bile müziğiyle alt eder. Onun orkestrasında çalan Max Tooney (Pruitt Taylor Vince), New York'ta bulduğu bir plakta Nineteen Hundred'in kaydına rastlar ve onu gemiden kurtarıp Dünya çapında tanıtmak ister. Fakat Ninteen Hundred gemiyle bütünleşmiş ve onunla birlikte yok olmayı göze almıştır.


Yirminci Yüzyılın başlarında Dünyanın en büyük piyanisti biri Vladimir Horowitz'di. Yine resitallerinden birinde kendisinden sonra piyanon başına oturan şişman bir siyahi, Horowitz'in çaldığı besteyi önce baştan sona ve sonra sondan başa çalar, tek eliyle değişik stillerde çeşitlemeler yapar. Horowitz bu stil karşısında piyano çalmaya on üç yıl arar verir. Rivayet odur ki gözleri çok az gören Art Tatum çocukluğunda dinlediği bir plakta piyanoyu iki kişinin çaldığını idrak edemeyip oldukça hızlı parmaklara sahip tek kişi olduğunu düşünür ve bu kişiyi taklit eder. Sonunda eşsiz bir stile ve hıza erişen Art Tatum gelmiş geçmiş en iyi piyanist olur. 1900 Efsanesi'nin hikayesi işte bu gerçek hikayeden oldukça etkilenmiş olsa gerektir. 


Birçok başarılı Amerikan filminde anlatıcı tekniği kullanılmıştır. Bu daha çok destansı filmlerde işe yarayan bir yöntem. 1900 Efsanesinde bu anlatım tarzını kullanılmasaydı, film maazallah üç buçuk saat sürerdi belki de. Adı üstüde 1900 Efsanesi'ni anlatan kişi aslında filmde zaten gösterilen sahneleri anlatmış oluyor, yani filmin süresinden tasarruf söz konusu değil. Süre konusu önemli, bu yüzden vurguluyorum, ironi yapıyorum. İki saat kırk beş dakikalık bir Amerikan filmi ne anlatırsa anlatsın sıkacaktır. Tornatore filmin temposunu bu handikapa rağmen oldukça yerinde tutmuş aslında. Tim Roth, başrolde ve bildiğimiz gibi. Doğup büyüdüğü gemiyi terk etmeyen karakter, dev bir balığın yuttuğu Yunus Peygamber'e de benzetilir yıkılan eviyle yerle bir olmayı göze alan bir direnişçiye de. Derin bir tutkuyla işine bağlı olan zaten sürekli yolculuklar yapar ve gidip gördüğü şeyler onu hayal kırıklığına uğratacağından bir türlü gitmeyi deneyemez. 


Filmin Fragmanı


1 Ocak 2018 Pazartesi

L'uomo delle stelle / Yıldız Avcısı 1995



Anlatılan senin hikayendir



Giuseppe Tornatore, filmlerinin tamamını izlediğim ve hatta bazılarını ikişer defa izlediğim bir yönetmen. Filmlerindeki dönemsel tadı severim. Herkesin Keyfi Yerinde gibi ilk izlediğimde çarpıldığım bir diğer filmi de Yıldız Avcısı'dır. Herkesin Keyfi Yerinde yapısı gereği dramatik bir filmdir ama Yıldız Avcısı insanın içini yakar. Muhsin Bey filminde ünlü olmak için sahneye çıkan, ümidini bu işe yatıran insanların anlatılmamış öyküsü nasıl can yakıcıysa aynen öyle bir acı. Bu yüzden olsa gerek Yıldız Avcısı benim Giuseppe Tornatore sinemasında bir adım öne çıkardığım bir filmdir. 


Eski bir otuz beş milimetre film kamerasıyla Sicilya'nın köylerini dolaşan Joe Morelli (Sergio Castellitto), insanları para karşılığı filme kaydeder. Köylüler sinemanın büyüsüne kapılıp ünlü bir oyuncu olabilmek için tüm paralarını Morelli'ye kaptırır. Morelli'ye paralarını kaptıran insanlar hayatlarında kimseye anlatamadığı anılarını da kameraya anlatmış olur. Gününü gün eden Morelli, kilisede kalan yoksul ve güzel Beata'nın (Tiziano Lodato) da filmini çeker. Foyası ortaya çıkan Morelli'nin başı büyük belaya girer hem Morelli hem de yeni yardımcısı Beata için hayatın bambaşka planları vardır. 


Tornatore'nin imzası haline gelen sarı renkle İkinci Dünya Savaşı yıllarında umutsuz insan hikayelerine odaklanıyor film. Morelli'nin sahtekarlığı filme başlarken bize komedi vaat ediyor, ancak insanların hikayeleri türler ötesine taşıyor bizi. Bir yandan esprili bir yandan kabullenişmiş bir çaresizlik. Aynı zamanda Dünyanın herhangi bir köyünde yaşanan hemen her şey mevcut filmde. Tornatore kırsalın ruhunu çok iyi biliyor. Kırsaldaki insanın mahrumiyetini ve birbirine ettiği zulmü incelikli bir mizahla ve oradan da dramatik bir biçimde olanca lezzetiyle paylaşıyor. Morelli, gözüme bir modern çağ şarlatanı değil de bir sosyal antropolog gibi göründü bu filmi her izleyişimde. 


Morelli'nin insan hikayelerindeki iç burkan gerçeklik karşısında dönüşümü muhteşem. Kendisi de bir kaybeden olan Morelli ne paradan vazgeçebiliyor ne de arada bir beliren vicdanından. Sergio Castellitto baştan sona çarpıcı, muhteşem ve artık ne derseniz. Filmin finali kendiliğinden hüzünlü. Karakterin gerçek manada dönüştüğü ve iyi biri olmaya karar verdiği, Beata'nın insani yanımızı harap ettiği finalden bahsediyorum. Başta söylediğimi yineleyeyim. Filmin çarpıcı kılan hüznü sizin arayıp bulacaksınız, çünkü insanların kameraya içlerini döktüğü anlardan biri mutlaka sizi anlatıyor.


Filmin Fragmanı

Una pura formalità / Şüpheli 1994


Çözülmenin filmi




Giuseppe Tornatore'nin sinemasında ona ait algı zincirini bozan ilk film Şüpheli'dir. Onun dönem filmlerine, çocukluğa ve ilk gençlik travmalarına sonraki filmleriyle tekrar döneceğiz. Şüpheli', Tornatore sinemasında açılmış bir gedik gibi yorumlanmasın, gelin biz buna farklı bir deneyim yaşama isteği ya da ara başlık diyelim. Büyük yönetmen Roman Polanski'yle Fransa sinemasının en önemli aktörlerinden biri olan Gerard Depardieu'yü bir araya getiren film İtalya-Fransa ortak yapımı ve tamamiyle fransızca. 


Karanlık bir ormanda bir şeylerden kaçarken yakalanan ünlü roman yazarı Onoff (Gerard Depardieu), Yüzbaşı (Nicola Di Pinto) ve ekibi tarafından yakalanır. Müfettiş (Roman Polanski) tarafından sorgulandıkça bir cinayet şüphelisi olduğu anlaşılır. Açık vermemek için direnen Onoff, açlığın ve uykusuzluğun yarattığı etkiyle Müfettiş'in stratejisine teslim olur. 


Şüpheli gibi büyük oranda tek mekanda geçen filmler genellikle psikolojik dramalar oluyor. Bu noktada filmi yükselten ya da çekilmez kılan unsur oyunculuk ve görüntü yönetimidir. Görüntü yönetiminde Avrupa filmlerinin alt eşiği bile oldukça yüksektir, onu bir tarafa bırakalım. Roman Polanski kendi filmlerinde de önemli roller almıştır. Kiracı filminde, en usta oyunculardan daha usta oyunculuk sergilemiştir. Gerard Depardieu zaten aşılmaz bir abide gibidir Fransa sineması için. İkilinin uyumu filmi diri tutuyor, asla temposu düşmeyen bir film oluşu bu yüzdendir Şüpheli'nin.


Roman Polanski aynı yıl (1994) Ölüm ve Bakire adlı bir film çekti. İki filmin birbirine olan benzerliğine şaşıracaksınız. Çözülme, kabullenme ve seyirciyi ikilemde bırakan oyunculuk. Şüpheli'yi izlerken masumiyetin ne olduğunu ya da nerede durup hangi karakterin tarafında yer almamız gerektiğini şaşırıyoruz. Ölüm ve Bakire daha somut ve politik bir taraf barındırırken Şüpheli, karakterini izleyicisinden daha uzakta tutarak mesafesini belli ediyor. İlginç bir buluşma ilginç bir benzerlik. Bu filme şans verin. 


Filmin Fragmanı

31 Aralık 2017 Pazar

Malena (2000)

Akdeniz usulü kasaba ahlâkı



Malena (2000)

Monica Bellucci'nin güzelliğiyle İtalya'yı simgeleyen Malena, Giuseppe Tornatore'nin İkinci Dünya Savaşı'na duyduğu ilgiyle birleşen önemli bir film. İtalya'nın büyük kazanımlar peşinde koşup büyük bir hüsran yaşadığı savaş yılları, genellikle erkekler üzerinden, cephe üzerinden tarif edilen bir trajediden ibaret kılındı. Oysa ki cephenin diğer yüzündeki bekleyiş, kahramanlık mitini alaşağı edecek asıl iki yüzlülük alanına dönüşmüştü. Ülkeyi kurtarmak uğruna kahramanlık şarkılarıyla cepheye koşan askerler, geride bıraktıkları eşlerinin kendi topraklarında daha zorlu bir savaşın esiri olduğundan habersizdi belki de. Giuseppe Tornatore karakterlerini savaş ruhuna büründürüp mücadeleci, iki yüzlü, gururlu, şaşkın tipler haline getirip Avrupa'nın genel ruh haliyle örtüşen bir üst kimlik yaratma konusunda gerçek bir usta. Malena, kısaca değindiğim üzere İkinci Dünya Savaşı yıllarında geçen bir fırsatçılık hikayesi. Kasaba insanları üzerinden bize oldukça tanıdık gelecek bir ahlaksızlık öyküsünü yeniden ele alıyor. Bu ahlaksızlığı ele alıp fırsatçılık, insan doğası ve savaşın çözümsüzlüğüyle birleştiriyor. Filmin ana hikayesinde yer alan ergenlik ve ilk aşk teması üzerinden Avrupa'nın savaş sonrası geri dönüşsüz değişimini ve masumiyetinin yitimini kurcalıyor. 

Malena (2000)

Kocası İtalya saflarında savaşan Malena (Monica Bellucci), eşsiz güzelliğiyle bütün kasabayı büyülemektedir. Özellikle ergenlik çağındaki gençlerin haz nesnesine dönüşen Malena, kimi yeni ergenlerin hastalıklı aşkı haline gelir; Renato (Giuseppe Sulfaro) gibi. Malena'nın her türlü iftiradan uzak durmasını isteyen Renato sürekli onu takip eder ve adeta çıldırmanın eşiğine gelir. Kasabada çıkan söylentiler giderek artmaya başlayınca, Malena herkesin diline düşer ve istenmeyen kadın halini alır. 

Malena (2000)

Malena'da Renato karakteri üzerinden kurulan ergenlik fantezileri oldukça cesur bir biçimde anlatılıyor, kim bilir belki de olması gerektiği biçimdedir. Yine de birçok yönetmen bu tür konularda bu şekilde filtresiz bir yaklaşım sergilemeyi başarmayabilirdi. Bir diğer cesaret gerektiren husus da yönetmenin bir aydın olarak toplumunun travmalarına bakışı ve sert eleştirisi. Film boyunca Malena'ya karşı yoğun bir kıskançlık gösterip filmin sonunda her şeyi unutan toplum aslında başka bir iki yüzlülüğü tanımlıyor.  Tüm o ergenlik, rahatsız edici takip, arzu nesnesi olma meselesi finalde görece masum kalıyor. Malena İtalya'yı simgeliyor dedik; estetiği, zarafeti, görkemiyle. Aynı zamanda da faşizm arzusu ve dizginlenemeyen savaş isteğiyle karşı karşıya kalmak durumunda olan bir ülke bu. İşin özü, savaş zamanı susan sahtekar bir topluluğun savaş sonrası her şeyi sineye çekmesi üzerine oldukça başarılı bir Giuseppe Tornatore filmi Malena. 


Filmin Fragmanı

30 Aralık 2017 Cumartesi

Stanno tutti bene / Herkesin Keyfi Yerinde 1990



Yalan da olsa herkes iyi de



Giuseppe Tornatore'nin Cennet Sineması'ndan sonra çektiği Herkesin Keyfi Yerinde, İtalya sınırlarından taşan bir evrenselliğe sahip. Toplumsal değişimi, sert ekonomik gerçekleri yani özetle Yeni İtalyan kent yaşamını anlatan film, kıyıda köşede kalmaması gereken bir başyapıt. 2009 yılında Robert De Niro'nun başrolünde oynadığı bir Amerikan versiyonu da çekilen film, asıl meseleyi ıskalayıp tipik Amerikan yüzeyselliğiyle aktarılmıştı. Tornatore'nin toplumsal gerçekçi bakış açısının en güzel birkaç örneğinden biri olan Herkesin Keyfi Yerinde aynı zamanda Marcello Mastroianni'nin oyunculuk şölenine dönüşüyor.


Karısının ölümünden sonra iyice yalnız kalan Sicilyalı Matteo (Marcello Mastroianni), kendisini yıllardır ziyaret etmeyen çocuklarına bir sürpriz yapmak ister. İtalya'nın farklı şehirlerinde yaşayan çocuklarını haber vermeden ziyaret eden Matteo, her birinin rahat içerisinde yaşadığını düşünür. Babalarının ziyareti karşısında afallayan çocuklar, hayatları hakkında söyledikleri yalanları gizlemek için büyük bir çaba harcayacaktır. 


Matteo'nun çocuklarına karşı kurduğu yüksek beklenti ve sonrasında yaşadığı büyük hüsran Marcello Mastroianni tarafından eşsiz yorumlanmış. Tornatore, filmin dramatik çatısını baba ve çocuklar üzerinden kurmuşsa da kent yaşamının yaşattığı zorunlu hüsranı da gerekçe olarak sunmayı ihmal etmemiş. Babalarını üzen yeni nesil kentli evlatlar temasını filmini daha dramatik kılsın diye sündürmemiş, her anlamda derinlik arayışı içerisinde taraf tutmadan karakterlere hayat vermiş. Matteo'nun koca koca adamlar ve kadınlar haline gelen evlatlarıyla karşılaştığında onları ufaklık halleriyle anımsaması gerçekten şiirsel. Filmi güzel kılan şey bir yandan da hayal aleminin yaşlı Matteo'yu asla terk etmemesi. 


Kent hayatının zorluklarıyla baş edemeyip mağlup olan çocuklarına karşı Matteo da kent hayatıyla baş etmekte zorlanır. Sicilya'da yaşadığı sakin hayat, Kentte bir ölüm kalım yarışına döner. Kendisi de kentin debdebesiyle baş edemediği için çocuklarını anlayışla karşılamak zorunda kalır. Başka çaresi de yoktur. Finalde mecburen karısının mezarına eğilir Matteo ve şöyle der: Merak etme Herkesin Keyfi Yerinde.  Sadece Tornatore sinemasının değil İtalya sinemasının da en iyi örneklerinden biri olan Herkesin Keyfi Yerinde tekrar etmek gerekirse bir başyapıt ve filmle ilgili ne yazılsa eksik kalacaktır bu yüzden. 


Filmin Fragmanı


29 Aralık 2017 Cuma

Nuovo Cinema Paradiso / Cennet Sineması 1988



Sinema hayata benzer, fena halde



Cennet Sineması, hakkında en fazla yazı yazılan filmlerden biri olmasının yanında sinema sanatına bir saygı duruşudur. Henüz ikinci filmiyle adını sağlamlaştıran Giuseppe Tornatore Dünyanın saygın festivallerini dolaşır, En İyi Yabancı Film Oscar ödülünün yanı sıra Cannes Film Festivali'nde Büyük Jürü Ödülü'nü ve birçok festivalde önemli dereceler kazanır. Daha önemlisi kendisinden sonra çekilen birçok filmi etkiler. Tornatore için ödüllerin ve bu büyük prestijin her şeyden önemli yanı ise artık finansman ve oyuncu zorluğu yaşamayacak olmasıdır. Film zihinlerimizde o denli klasikleşmiştir ki filmin çekim tarihinin 1988 olduğu sık sık unutulur ve sanki 1950'lere 1960'lara ait bir film gibi anımsanır Cennet Sineması.


Salvatore 'Toto'' (Salvatore Cascio, Marco Leonardi, Jacques Perrin) için kasabanın tek eğlencesi Alfredo'nun (Philippe Noiret) makinisti olduğu sinema salonudur. Elena'ya (Agnese Nano, Brigitte Fossey) olan aşkına karşılık bulamayınca diğer aşkı olan sinemaya sarılan Salvatore büyük bir yönetmen olur. Bir türlü kasabasına ve annesine dönmeyen Salvatore Alfredo'nun ölümünü duyar duymaz çocukluğuna ve köyüne geri döner. 



Tornatore uzun filmleri, destansı anlatımları seviyor. Açıkçası Cennet Sineması da kısa bir film olmayı hak etmezdi sanırım. Il Camorista'dan iki yıl sonra çekilmiş olmasına rağmen oldukça büyük bir seyir zevkiyle, teknik sorunlardan sıyrılmış bambaşka bir yönetmen karşımızda. Salvatore'nin çocukluğu, gençliği bir tarafa olgunluğu filmin ana meselesi ve kilit noktası. Koca bir filmin bütününü akıllara adeta çivileyen eşsiz bir sonuç bölümü. Hayatın bakiyesi Tornatore tarafından öyle bir sorgulanıyor ki filmi, kendi hayatınızı sorgulayarak tamamlıyorsunuz. Bir film başka ne yapsın ki?


Filmin Fragmanı


Il camorrista / Profesör 1986

Bir suçlu doğuyor




Giuseppe Tornatore sadece İtalya sineması için değil günümüzde aktif olarak film çeken yönetmenler içerisinde en önemli isimlerden biri. İtalyanca ve İngilizce olarak çektiği filmleri hem sanat sineması hem de popüler sinema seven izleyiciler için oldukça değerli. Sinema kariyeri Il Camorista gibi bir filmle başlaması Tornatore ismini bir anda büyük kitlelere duyurdu, sonrasında birbiri ardına çektiği filmlerle klasikler arasına girdi. Il Camorista, suç dünyasını birçok boyutuyla anlatan ve hatta bu konuyu en iyi anlatan birkaç filmden biridir dersem abartmış sayılmam. Karakterlerini mutlak iyi ya kötü olarak kutsamayan Tornatore'yi bazı filmleriyle anlatmaya çalışacağım ama önce Il Camorista'ya bakalım. 


Il Professor (Ben Gazzara) lakaplı bir adamın hapishane kurallarını üstün zekasıyla lehine çevirip önce hapishanenin sonra halkın umudu olmasını anlatıyor film. Bir ilk film olması sebebiyle Tornatore hiçbir şeyin eksik kalmasını istememiş ve filmini kısaltmaya kıyamamış. Haliyle bu uzunluk filmi sıkıcı ve yorucu hale getiriyor. Aksiyon sahnelerinin başarısının yanında bahsetmem gereken şey bu sahnelerin doğallığı. Hata barındırsa da acemice çekişmiş anlara sahip olsa da doğallığa sahip. Filmi benim açımdan önemli kılan şey destansı olan öykünün doğal bir temayla kotarılmış olması. Ancak yine filmin eksi puan almasına neden olan şey tam da bu destansılık takıntısı ve oldukça uzun film süresi. İlk filmin kabahati olmaz diyip geçiştiriyor ve iyi seyirler diliyorum. 


Filmin Fragmanı