Cinepopularica: 2018
2018 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2018 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Kasım 2020 Pazartesi

Bizim için Şampiyon (2018)

2 dakika okuma süresi

Ana akım sinema öcü müdür?


Bizim için Şampiyon (2018)

Türk sineması, festival formülü batağına saplanmış bağımsız sanat filmleriyle, berbat Netflix komedileri arasına sıkışmış halde. Elbette her iki türün de başarılı birçok örneğini göz ardı etmeden spekülatif bir şey söylüyorum. Ana akım kavramı, dilimize hakaret gibi yerleşti. ''Çok ana akım'', ''Ana akım bir film olmuş'', ''Pek sevmedim ya çok ana akım'' gibi çok sayıda uçuk beyanat, ne yazık ki ülke şartlarına değil de Amerikan sinemasının eleştiri jargonuna ait. Oysa Türk sinemasının gişede güçlü ana akım filmlere o kadar ihtiyacı var ki. Evet, Müslüm gibi, Naim gibi filmler de buna dahil. Bizim için Şampiyon türünde filmlerin sayısı artarsa bu endüstriden para kazanan insanlar daha yüksek bütçeli senaryoları da destekleyebilirler. Bizim için Şampiyon'u izlemeye  zaten önyargısız başlamıştım, fakat bitirdiğimde beklentimden daha fazlasıyla karşılaştım. Son yıllarda izlediğim en iyi yerli yapımdı diyebilirim. Türkiye'nin yakın tarihine damga vurmuş Bold Pilot isimli yarış atının ve onu jokeyi Halis Karataş'ın hikayesi, son derece zengin ve temiz bir anlatıma sahip.

Bizim için Şampiyon (2018)

Halis Karataş (Ekin Koç), başarılı ve ünlü bir jokey olup rüştünü ispat etmek istemektedir. Kaybettiği bir yarışın ardından, Özdemir Atman'la (Fikret Kuşkan) tanışır. Atman'ın daveti üzerine gittiği at çiftliğinde kızı Begüm Atman'ı (Farah Zeynep Abdullah) görür. Begüm Atman'a ait olan İngiliz atı Bold Pilot, başta zorluk çıkarsa da sonradan Halis Karataş'la birlikte büyük başarılara imza atacaktır. Begüm'ün kalbini kazanmak isteyen Halis, en önemli yarış olan Gazi koşusunu kazanıp, hem hasta olan Begüm'e moral verecek hem de henüz kırılamamış bir rekora imza atacaktır.

Bizim için Şampiyon (2018)

Ahmet Katıksız, daha önce çok sayıda dizide ve sinema filminde çalışmış. Hem okullu hem de sektör deneyimi hayli fazla olan bir yönetmen. Bizim bütçelerimizin, yurt dışı maliyet rakamları karşısında komik düzeyde kaldığı düşünülürse, yönetmenin ortaya koyduğu başarılı atmosfer ve hikaye kurgusu daha anlamlı olacaktır. Başroldeki Ekin Koç'u daha önce izlememiştim, duymamıştım, yine çok sayıda dizide rol almış bir oyuncu olduğunu gördüm. Görsel açıdan doğru bir oyuncu seçimi olup olmadığı konusunda birtakım kaygılarım oluştuysa da filmin bütünü itibariyle iyi bir iş çıkarıyor. Böyle temiz çekilmiş, hikayesini evrensel bir akıcılıkla aktarmış filmlerle uluslararası alanda daha net bağlar kurmak mümkün olmalı. Uluslararası ödüller için Türkiye'yi, bu gibi, bütçesi nispeten yüksek, uluslararası hikayeler anlatan ve meseleyi metaforlara boğmayan filmler temsil etmeli.


Filmin Fragmanı

11 Kasım 2020 Çarşamba

Dogman / Köpekçi (2018)

2 dakika okuma süresi


Haysiyet ve kötülük üzerine


Dogman(2018)Matteo Garrone

Matteo Garrone'nin 2008 tarihli Gomorra filmi Cannes'da Altın Palmiye ödülü kazanmış ve o yıl seyircide büyük beklenti uyandırmıştı. İtalyan mafyasını yıllar yılı Amerikalılardan izlemiş seyirci için fazla sert ve fazla gerçekçiydi. Üstelik bu filmdeki İtalyanlar ağızlarını yaya yaya konuşup eğlenmeyi bilmiyordu. Garrone, artistik İtalyan mafyası mitine çomak sokuyordu, ama o zamandan bu zamana kadar kendisini hatırlatacağı bir filmini izleyememiştik. Nihayet 2018 yılında Nuri Bilge Ceylan'ın da Ahlat Ağacı'yla yarıştığı Cannes Film Festivali En İyi Film (Palme d'or) kategorisinde Dogman'le yeniden aramıza döndü. O zaman izleme fırsatı bulamamıştım, ama daha fazla da geciktirmek istemedim. Açık açık ve kitabın ortasından konuşarak söylemem gerekir ki Dogman, karakter yaratımı, metaforları ve hikaye gelişimi açısından son yıllarda izlediğim en başarılı filmlerden biri. 

Dogman (2018)Matteo Garrone

Köpek bakım dükkanı sahibi Marcello (Marcello Fonte), hayatını kızı Alida'ya (Alida Baldari Calabria) ve baktığı köpeklere adamıştır. Eşinden ayrıldığı için nadiren görüştüğü kızına yeterli zaman ayıramadığından her görüştüklerinde doyasıya eğlenirler. Marcello'nun sıradan ve mutlu hayatı, çocukluk arkadaşı Simoncino'nun (Edoardo Pesce) hapisten çıkmasıyla değişir. Simoncino, başını herkesle belaya sokan, uyuşturucu bağımlısı, şiddete eğilimli bir canavardır. Saf ve iyilik timsali Marcello, önceleri ufak işlere alet olurken Simoncino'nun istekleri artmaya başlar. Yan dükkanındaki soygun yüzünden Simoncino yerine hapse giren Marcello, hapisten çıktığında zedelenen gururunu umursamayan Simoncino yüzünden dostluğu ve iyiliği sorgular. Simoncino artık Marcello'nun can düşmanıdır. 

Dogman (2018)

Marcello karakterine hayat veren Marcello Fonte Cannes Film Festivali'nde bu rolüyle En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandı. Film hakkındaki övgülerimin birkaç katını rahatlıkla bu usta oyuncuya armağan edebilirim. Sahneleri defalarca geri alıp ''Ama bir oyuncu nasıl bu kadar doğal oynanabilir ki'' diye düşünmekten bazen filme odaklanamadığımı itiraf etmeliyim. Duygu sınırlarını zorlayan bu oyunculuk performansı sayesinde hikayenin amacına ulaşamaması imkansızdı zaten. Marcello'nun dönüşümü film icabı keskin ve köşeli gerçekleşmiyor. Çünkü filmin başından sonuna kadar sorguladığı, daha doğrusu merkeze aldığı konu belli. Özümüzdeki iyilik cevheri ve kötülük tohumunun iç içeliği ve onu tetikleyen haysiyet meselesi. İnsan başına gelen iyi ya da kötü olayların sertliğiyle değişime uğrar mı yoksa uğramaz mı? Kötülerin istekleri yerine getirildiğinde onların özleri değişime uğrar mı? Film son derece hırçın bir köpekle açılıyor, Marcello'nun ondan yine de umudu var, ve isteklerini karşıladığında sakinleştiğini görüyor Marcello, Simoncino'yu da ehlileştirebileceğini düşünüyor. Ondan da umudur var, deniyor. Peki başarabiliyor mu? Amores Perros'ta da olduğu gibi köpek, insan ve benzeşen kaderler bahsinde malzeme kullanımı olağanüstü. İnsanın kökten değişmeyeceği, fakat ruhunda bazı çatlaklar oluşturup o çatlakları derinleştirebileceği üzerine bir şaheser izleyeceksiniz.


Filmin fragmanı

5 Kasım 2020 Perşembe

303 (2018)


Aşk onarır bizi, kırılınca


Hans Weingartner-Mala Emde-Anton Spieker

Hans Weingartner için film blogu dünyasına yaraşır magazinel bir isim bulmaya çalışmam gerekiyor. Müsaadenizle Almanya sinemasının hırçın çocuğu diyeceğim. iki binli yılların başında Beyaz Ses ve Eğitmenler (The Edukators) gibi iki önemli film çekmiş olması işimi bir hayli kolaylaştırdı. O dönem üniversitelilerin kiralama dükkanlarından en çok satın aldığı korsan vcd'lerden biri Eğitmenler'di. Herkesin durup olup biteni anlamlandırmaya çalıştığı kriz sonrası yıllar, yeni bir partinin yükselişi, Amerika'nın yeni dünya düzeni uğruna birbiri ardına attığı adımlar o dönemin sinema evrenini sarsıcı biçimde yeniden tasarlamıştı aslında. Karantina döneminde izleme listelerime eklediğim filmleri birer birer eritirken 303 adlı bir filme rastladım. Afişinde kumsalda koşan genç bir çift, kısa tanıtımında aşk hikayesi. Filmi izledikten sonra malum puanlamayı yapmak için yönetmenine baktığımda Hırçın yönetmen Hans'ın Aşk filmlerinin unutulmaz yönetmenine evrildiğini görüp şaşırmadım desem yalan olur. 

Hans Weingartner-Mala Emde-Anton Spieker

Biraz abartıyorum elbette. Hans Weingartner gençliğin güncel ve belki de ebedi problemleriyle ilgilenme anlamında tutarlılık sergiliyor. 303 adlı karavanıyla sevgilisinin yanına, Portekiz'e, giden Jule (Mala Emde) yolda çaresizce otostop çekmekte olan Jan'ı (Anton Spieker) Köln'e kadar karavanına misafir eder. İyimserlik kötümserlik dengesini kafasında nispeten daha sağlıklı tartmış olan Jule, müzmin kötümser Jan'la yaptığı sohbetleri giderek derinleştirir. İkili aşkın doğası, tanrının varlığı, antropoloji ve politika hakkında konuştukça iç dünyaları da birbirlerine bağlanır. Ruhen bütünleşen ikili hayatlarının güncel sorunlarını çözmek için yol arkadaşlıklarını uzatırlar. 

Hans Weingartner-Mala Emde-Anton Spieker

Jule ve Jan arasındaki karakter dönüşümünü sağlayan kişisel sohbetler aynı zamanda karakterlerin bir sonraki sohbet aşamasına da iyi bir zemin oluşturuyor. Dünyayı kavrama biçimleri, siyasete ve tarihsel gerçekliğe bakış biçimlerinden bahsediyorum. Ancak burada kaba bir maddecilik maneviyatçılık ayrımı sezinlemedim. Kolayca karton tiplemelere dönüşme riski bulunan iki genci o bulanık alana sokmamışlar. Düşünceleri gençliklerinin heyecanıyla fazlaca dürüst ama bir o kadar da körpe elbette. Böyle olunca dönüp durdukları argümanlar gençliğin ortak bilgi edinim araçlarından sağlanmış ve ikisinin de kaynakları aslına bakılırsa aynı. İkisi de birbirinden öğrenerek karakterlerini bu yönde de geliştiriyor. Jule'ün hikayesi, Jan'ın hikayesiyle iç içe olduğu için iki karakterin öykü gelişimi tek çizgide ilerliyor ve değişen mekanlarla birlikte hem seyirci soluklanıyor hem karakterler. Filmin, birçok diğer faktörün yanı sıra mali açıdan tasarruflu bir model olabileceğini düşünüyorum. Tasarruflu olurken sığ sulara girmemenin, sahneleme tekniğinin süreyi nasıl da önemsizleştirdiğinin iyi bir örneği. 

Filmin fragmanı

14 Eylül 2020 Pazartesi

Son Çıkış (2018)


Tuhaf ama tanıdık:Ramin Matin'den Son Çıkış



Son Çıkış (2018)

Ramin Matin'in 2018 tarihli filmini Mubi sayesinde izleyebilenlerdenim. Maalesef birçok farklı türdeki türk filmi tuhaf biçimde az konuşularak cılız sinema gündeminde dahi kendilerine yer bulamıyor. Hani çölde her şey mucize etkisi yapardı? Festival takipçilerinin bile adını duymadığı iyi filmlerimiz mevcut, ne hazin. Hakkında okuduğum az sayıdaki değinide kara mizah olarak tanımlanan film, zıvanadan çıkan Türkiye ve özellikle İstanbul şartlarında, en azından benim gibi, toplu taşıma kullanan, kentin çeperlerinde gün geçiren insanlar için buram buram toplumsal gerçekçilik kokuyor, biraz da akademik izahla post özalizm.

Tepemizdeki Gölge can kantarcı

Yakın zamanda Tepemizdeki Gölge adlı bir romanı yayımlanan Can Kantarcı'nın senaryosu bir noktada Alper Canıgüz'ün Gizli Ajans'ı kadar doğal ve bir o kadar tuhaf bir bilinç akışına dönüşüyor. İstisnasız tüm düşünce aleminin, tüm sanat aleminin festival odaklı konfor batağına saplandığı dönemde ayrıksı olmak, dönemin ruh haline ayna olmak neden bu kadar kıymetsiz kalıyor bunu anlayamıyorum. Tüm sözlüklerin en çok hit alan başlıklarından birinin ''Türkiye'den s.ktir olup gitmek'' olduğu bir ülkede gidememek üzerine gizli bir hazine oysa ki. Aynı haksızlık Yazı Tura'ya da Küçük Kıyamet'e de yapılmıştı bu arada, yani sadece gösterilene odaklanma huyunun mazisi yeni değil bizde. 

tepemizdeki gölge. can kantarcı

Çıplak Vatandaş gibi, Namuslu gibi, Talih Kuşu gibi müteahhitlerin birinci kuşağını anlatan filmlere akraba olduğunu ekleyeyim. Deniz Celiloğlu'nun da bu kaliteye katkısı büyük, karakterini inanılmaz içselleştirmiş. Film, Netflix ruhuna ters onu anladık da en azından BluTv gibi yerli platformlar bu tür filmlere yer vermez ise bu tür filmler şehirli yönetmenlerin steril taşra filmlerine nasıl galebe çalacak? Neyse, yeni Türk sinemasının bir an önce, tüm diğer saplantıların yanı sıra, biçimsel çeşitliliğe de kavuşması ümidiyle Son Çıkış'ı bir şekilde bulup izlemenizi tavsiye ederim. 


Filmin fragmanı