Cinepopularica: 2015
2015 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2015 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Aralık 2020 Salı

Slow West / Sakin Batı (2015)

2 dakika okuma süresi


Gel gör beni aşk neyledi



Slow West / Sakin Batı Michael Fassbender (2015)

İngiliz yönetmen John Maclean'in ilk uzun metraj filmi olan Slow West, Arthur Penn sinemasında anti-western olgusunu incelediğim günlerde gözüme çarpan, o sırada listeme eklediğim bir filmdi. Imdb puanına aldanıp izlemekten imtina etseydim çok şey kaçırmış olurdum. Türler arasında dolaşan, saplantılı biçimde bağlı olduğu türün klişeleri arasında bocalamayan filmler başımız gömüzün üstüne, sayıları çok az. Bu sefer ortaya çıkan filmde bu geçişkenlikten daha fazlası var. Bir doğu-batı hattından da bahsedebilir, o dünyanın algısıyla yorumlayabiliriz en azından. Vahşi Batı ve karizmatik erkek dünyası mitinin tam ortasına Reha Erdem'in Kosmos karakterinin düşmesi gibi düşünebiliriz. Batı ile doğu arasında tuhaf bir birliktelik gözeten oldukça başarılı bir yapımdan söz ediyoruz. Kullanılan kavramlar ve dönemin tüm dünyayı eşitleyen barbar, ilkel yapısı da buna katkı sunuyor pek tabii. Doğulu bir söylemle Batı dünyasının western türünü, dönemin aşk peşinde koşan bir derviş oğlanıyla harmanlayan Slow West, 1870 yılının tekinsiz Amerikan bozkırlarını huzurlarımıza getiriyor. Elbette western kılığına bürünmüş imkansız bir aşk öyküsü olarak.

Slow West / Sakin Batı Michael Fassbender (2015)

İskoçya'dan Amerika'nın ıssız topraklarına, karşılıksız aşkı Rose Ross'u (Caren Pistorius) bulmak için gelen on altı yaşındaki Jay Cavendish (Kodi Smit-McPhee), Kızılderililerle beyazlar arasındaki ufak çaplı bir çatışmadan kurtulur. Kendisini kurtarıp, koruyan yol arkadaşı Silas Selleck'le (Michael Fassbender) yol almaya devam eden Jay, ıssız kasabaların birindeki ilanda, sevdiği kadın Rose ve onun babasının arananlar listesinde olduğunu görür. Ödül avcılarından önce sevdiğini bulup onu kurtarmak için yol alan Jay, türlü olaylar yaşayıp, geçmişinde Rose'la yaşadıklarını düşünecektir. 

Slow West / Sakin Batı Michael Fassbender (2015)

Ken Loach, Yorgos Lantimos, Noah Baumbach gibi farklı türlerde filmler çeken önemli yönetmenlerle çalışan genç görüntü yönetmeni Robbie Ryan nefis bir işçiliğe imza atmış. Hem yakın merceklerle 1940'lar ve 50'ler sinemasının alan derinliğine göndermeler yapması hem de Avrupa sanat sinemasını anıştıran bir doku sunması oldukça mühim. Filmin içeriğindeki arayış kavramı, deli derviş gibi aşkının peşine düşme metaforu, özellikle final sekansında muhteşem bir noktaya bağlanıyor. Çeşitli Orta Doğulu, Asyalı ve Latin Amerika'lı yönetmenlerden bilindiği gibi, batılı hikayeler bazen farklı ülkelerden gelen yönetmenler tarafından çekilebiliyor. Bu talebin sebebi, kültürel anlamda ortaya bir farklılık koymak, tıkanıklığı gidermek, türün dokusuna lezzet katmak ve duyguların hacmini genişletmektir. Slow West'in sonunda bir anket oluşturulup, bana bu filmin hikayesini kimin yazdığını sorsalardı kesinlikle uzun süre batı ülkelerinde yaşamış bir doğulu yazarın işi olduğuna bahse girer ve sonunda yanılırdım. Kör aşkın, bu denli dervişâne tarifine rastlamak pek kolay olmuyor. 

Filmin fragmanı

28 Aralık 2017 Perşembe

Last Cab to Darwin / Darwin'e Son Taksi 2015


Ölüme rezervasyon




 Avustralya sinemasını özel bir kategoride değerlendirebilecek kadar yakından tanımıyorum. Majör ülke sinemaları gibi ardı ardına iyi örnekler vermiş, özgün, en önemlisi belirli dönemleriyle farklılıklar yaratmış bir sinema olmadığını biliyorum en azından. Özellikle Hollywood'a kazandırdığı yıldızlar ve yönetmenlerle, bir de ara sıra gözümüze ilişen kaliteli filmlerle adını hatırladığımız Avustralya'dan yeni bir iyi örnekle karşınızdayım: Darwin'e Son Taksi. Kimi sinefil arkadaşlarımın yoğun ısrarıyla izlediğim Darwin'e Son Taksi açıkçası beklentimin epey üzerinde sağlam bir film.


Broken Hill / Avustralya'da taksicilik yapan Rex (Michael Caton), daha önce geçirdiği operasyondan sonra bu kez vücudunu kanserin tamamen sardığını öğrenir. Darwin City'de bir kliniğin ötanazi için gönüllü aradığını duyan Rex, karşı komşusu ve sevdiği kadın olan Polly'yi (Ningali Lawford) bırakarak bir haftalık taksi yolculuğuna başlar. Yolda araba camını tamir eden Tilly'i de (Mark Coles Smith) yanına alan Rex, yol üstünde karşılarına çıkan Julie (Emma Hamilton) ile birlikte Darwin'e varır. Bazı prosedürler için Darwin'de beklemek zorunda kalan Rex, hayatının son günlerini sorgulamaya başlar.


Filmin konu itibariyle sağlam olan dramatik çatısı beyazlar ve siyahlar (Aborjinler) arası meseleyi gayet sıradan bir faşizm nesnesi olarak filme dahil ederek sağlam bir sosyal zemin de kazanıyor. Darwin'e Son Taksi, ne ağlak bir ölüm yolculuğu ne de sosyo-politik doğruculuk peşinde. Klasik dramanın ihtiyaç duyduğu bazı klişeleri yoğun biçimde barındırıyor olsa da Darwin'e Son Taksi iyi bir yol filmi benim nazarımda. 

Filmin Fragmanı

26 Kasım 2016 Cumartesi

Louder Than Bombs Sessiz Çığlık 2015


Bir aile büyürken



Sessiz Çığlık, benim İskandinav sinemasında yeni film arayışıma denk geldi. Bir Norveç filmi buldum diye sevinirken kadronun büyük oranda Amerikalılardan oluşması beni başta üzmüş olsa da filmin sonunda yeni bir cevher keşfettiğimi bilerek yazdığımı belirtmek isterim. Mevsimin yazdan sonbahara, sonbahardan kara kışa kararsızca seyrettiği şu günlerde psikolojik dramalar izlemek adetten olmamalı, geçiş mevsimleri ağır ağır sindirildiğinde kasvet yükü eşit parçalara bölünüp, mevsimi de işkenceyi de daha çekilir hale getiriyor.


Büyüme hikayelerini severiz değil mi? Laf aramızda bu sıralar hangi filme el atsam ya da hangi öneriye kulak kabartsam altından bir büyüme hikayesi çıkıyor. Yani anlayacağınız gına geldi artık, büyüyemedi gitti bu karakterler. Neyse ki durum kontrol altında ve daha önce Reprise filmini izleyip takibe aldığım Joachim Trier, bir aileyi eve onlara temas edenleri merkeze alarak herkesin büyümeye devam ettiği biçimler üstü bir denemeye imza atmış.


Dünyaca ünlü bir belgesel fotoğrafçı olan Isabelle ( Isabelle Huppert) gizemli bir trafik kazasında yaşamını yitirir.  Eşi Gene (Gabriel Byrne) aileyi kontrol altına almaya çalışır ve özellikle küçük oğlu Conrad (Devin Druid) üzerinde durur. Yeni baba olan büyük oğul Jonah (Jesse Eisenberg) da ailenin bu zor gününde eşini bırakıp baba evinde zaman geçirmeye başlar. Gene, büyük bir merakla Conrad’ın davranışlarını mercek altına almış olsa da kendi davranışlarını ve diğerlerinin kusurlarını da bu sayede daha yakından gözlemleyecektir.


Isabelle’in ölümüyle ortaya salınan şey ya da filmde bomba olarak tasvir edilen gerçeklik, filmi özel kılan asıl unsur. Açıkçası belgeselvari bir his kattığını söyleyebilirim. Bu bilinmez ölüm, intihar ya da kaza, başka şeyleri de açığa çıkardığı için filmin ilerlemesinin tek gerekçesi. Tabii bir de Conrad’ın büyüme öyküsünün ve ergenliğinin hatta hayatta kimsesizliğinin eşsiz tasviri epey etkileyici. Biçimler üstü dememin sebebi buydu aslında. Bazı belgesel parçaları ya da halisünatif zamanlar, filmde bir sebep çerçevesinde ele alınıyor, ama buraya dikkat edelim; ispat değil, sebep. Didaktizm de bu tarz filmlerin başka bir kusurudur zira. Yazılabilecek epey husus var. Ortada büyümenin enfes bir yorumu, mükemmel bir gerçeklik arayışı, oyunculukta lezzet var. Daha fazla eşelemiyorum. Size de iyi seyirler.

Filmin Fragmanı



26 Mayıs 2016 Perşembe

Le tout nouveau testament / Yeni Ahit 2015

 Azizeler, meczuplar, havariler


Yeni Ahit, geçtiğimiz senenin önemli filmlerinden biriydi ve şu sıralarda ülkemizde gösteriliyor. Festivalleri ve sinema dergilerini halihazırda takip edenlerin oldukça aşina olduğu filmin yönetmeni Belçikalı Jaco Van Dormael. Sinemada umut veren bir filme her rastlayışımda aklıma Yusuf Atılgan’ın sinemadan çıkmış insanı anlattığı o müthiş pasaj geliyor. Elbet bir yerde bulur okursunuz. Bu filmi, mesela, Beyoğlu'nda izleyip o kalabalığa karışma anında içine düşülen hayal kırıklığının tarifi yok. 



Yapım sonrası aşama denilen bir süreç var sinemada. Görüntülerin biçimden biçime sokulduğu bu aşamanın iyi örnekleri özellikle fransız sineması tarafından sıkça veriliyor. Jaco Van Dormael de bu ekole oldukça yakın bir iş çıkarmış. Konu itibariyle yakın bulduğumuz çok örneği olan bir fantazya aslında bu film, ama aynı zamanda senaristlerden biri de olan yönetmen bu filme ayrı bir söylem eklemiş. Erkeklerin içine ettiği bir dünyayı kadınlara emanet ederek filmini diğerlerinden sağlam bir biçimde ayırmış.


Yeni Ahit aslında hristiyanlık kodlarına hakim olanlarca daha rahat kavranabilecek bir film. Yeni Ahit’i terimsel olarak Tanrı ile insan arasındaki sözleşme gibi yorumlayabiliriz. Film de buna benzer bir şekilde ilerliyor. Elbette amaç filmin sonuna doğru daha da belirginleşiyor. İnsanın bazı şeyleri bilmesinin ona vereceği zararlar üzerine bir film diyip geçemiyoruz bu filmi, zira sonuna doğru ortaya baskın bir biçimde çıkan tanrıçalık iradesi ile film kendisini kadınlara adamaya karar veriyor. Tanrının insan şeklinde tasvir edilmesi ya da bir insana tanrılık bahşedilmiş olması ülkemizde pek hoş karşılanmayacağı için filmin iyi bir gişe yakalaması güç.



Soyut bir tavrı olduğu için filmin konusuna dair bir şey söyleyemiyorum. Ya her şeyi anlatmam gerekiyor ya da en azından özet geçmemem. İnsanın kendi kaderi hakkında bilgi sahibi olması son derece yıkıcı. Bu tema tanıdık demiştim, ama bir de şöyle bir gerçek var ki eski çağlarda, daha doğrusu kadim çağlarda kadının geri planda tutulmuş olmasından sıkça dem vurduğumuz halde günümüzde moderniteyle birlikte kadının durumunun hiçbir değişikliğe uğramadığını unutmuş haldeyiz. Unutkanlıklarımıza iyi gelen, son derece iyimser ve gününüzü güzelleştirecek bir film Yeni Ahit. Sevdiklerinize tavsiye edin.

Filmin Fragmanı