2 dakika okuma süresi
Gel gör beni aşk neyledi
İngiliz yönetmen John Maclean'in ilk uzun metraj filmi olan Slow West, Arthur Penn sinemasında anti-western olgusunu incelediğim günlerde gözüme çarpan, o sırada listeme eklediğim bir filmdi. Imdb puanına aldanıp izlemekten imtina etseydim çok şey kaçırmış olurdum. Türler arasında dolaşan, saplantılı biçimde bağlı olduğu türün klişeleri arasında bocalamayan filmler başımız gömüzün üstüne, sayıları çok az. Bu sefer ortaya çıkan filmde bu geçişkenlikten daha fazlası var. Bir doğu-batı hattından da bahsedebilir, o dünyanın algısıyla yorumlayabiliriz en azından. Vahşi Batı ve karizmatik erkek dünyası mitinin tam ortasına Reha Erdem'in Kosmos karakterinin düşmesi gibi düşünebiliriz. Batı ile doğu arasında tuhaf bir birliktelik gözeten oldukça başarılı bir yapımdan söz ediyoruz. Kullanılan kavramlar ve dönemin tüm dünyayı eşitleyen barbar, ilkel yapısı da buna katkı sunuyor pek tabii. Doğulu bir söylemle Batı dünyasının western türünü, dönemin aşk peşinde koşan bir derviş oğlanıyla harmanlayan Slow West, 1870 yılının tekinsiz Amerikan bozkırlarını huzurlarımıza getiriyor. Elbette western kılığına bürünmüş imkansız bir aşk öyküsü olarak.
Ken Loach, Yorgos Lantimos, Noah Baumbach gibi farklı türlerde filmler çeken önemli yönetmenlerle çalışan genç görüntü yönetmeni Robbie Ryan nefis bir işçiliğe imza atmış. Hem yakın merceklerle 1940'lar ve 50'ler sinemasının alan derinliğine göndermeler yapması hem de Avrupa sanat sinemasını anıştıran bir doku sunması oldukça mühim. Filmin içeriğindeki arayış kavramı, deli derviş gibi aşkının peşine düşme metaforu, özellikle final sekansında muhteşem bir noktaya bağlanıyor. Çeşitli Orta Doğulu, Asyalı ve Latin Amerika'lı yönetmenlerden bilindiği gibi, batılı hikayeler bazen farklı ülkelerden gelen yönetmenler tarafından çekilebiliyor. Bu talebin sebebi, kültürel anlamda ortaya bir farklılık koymak, tıkanıklığı gidermek, türün dokusuna lezzet katmak ve duyguların hacmini genişletmektir. Slow West'in sonunda bir anket oluşturulup, bana bu filmin hikayesini kimin yazdığını sorsalardı kesinlikle uzun süre batı ülkelerinde yaşamış bir doğulu yazarın işi olduğuna bahse girer ve sonunda yanılırdım. Kör aşkın, bu denli dervişâne tarifine rastlamak pek kolay olmuyor.