Cinepopularica: 2021
2021 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2021 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Mayıs 2021 Perşembe

The Woman in the Window / Penceredeki Kadın (2021)


Kifayetsiz çırpınış


the woman in the window

Amerikalı Yazar A. J. Finn'in 2018 yılında yayınlanan, çok satan kitabından uyarlanan The Woman in the Window (Penceredeki Kadın), 20th Century Fox yapımı. Pandemi sonrası mecburen Netflix'e kaymış, dolayısıyla ortak yapım haline gelmiş bir film daha. Sektörün efsanevi film şirketleri birbiri ardına Netflix'le daha ciddi işbirliğine girdiğine göre sanırım klasikçilerle dijitalciler ayrımı kendisini feshetmeye başlamıştır. A.J. Finn'in The Woman in the Window romanını okumadım, fakat filmden sonra yaptığım araştırmada başta adından, sonra referanslarından ötürü henüz roman aşamasında Alfred Hitchcock'un The Rear Window (Arka Pencere) filmiyle bağdaştırıldığını sıkça gördüm. Filmde bu gönderme henüz ilk sahnelerde yer buluyor zaten. Filmlerle yaşayan kadın karakterimizin açık televizyonunda The Rear Window (Arka Pencere) filminden bir kare görüyoruz. The Rear Window'u defalarca izlemiş biri olarak evvela iki film arasında biçimsel referanslar açısından yoğun bir benzerlik bulunmdığını söylemem gerekiyor. The Woman in the Window'un ana karakteri olan Anna agorafobi yüzünden kendisini evine hapsedip daha içsel bir korkuyu simgelerken, The Rear Window'un Jeff'i, kırık bacağından ötürü daha somut bir çaresizliğin temsili oluyor. Yönetmen Joe Wright, Atonement, Darkest Hour gibi dönem filmleriyle, daha çok öne çıkan, Hollywood'un yetenekli yönetmenlerinden biri. The Woman in the Window filmi için yarattığı dünyada, Hitchcock'tan daha çok Roman Polanski'nin, özellikle The Tenant, Rosemary's Baby ve Repulsion filmlerinde kurduğu tekinsiz atmosferi ve özellikle biçimsel üslubu referans aldığını düşünüyorum. Başarıp başamadığı ayrı bir konu elbette.

The Woman in the Window / Penceredeki Kadın (2021)

Manhattan'da yaşayan çocuk psikoloğu Anna (Amy Adams), Agorafobi hastalığı yüzünden uzun yıllardır toplum içine karışmaktan ve sokağa adım atmaktan uzak durmaktadır. Sokağı uzaktan gözetlemek ve sürekli film izlemekten başka bir yaşam belirtisi göstermeyen Anna'nın hayatı, Russell ailesinin karşı daireye taşınmasıyla değişir. Önce ailenin sorunlu ergen çocuğu Ethan (Fred Hechinger), sonra da Annesi Jane Russell'la (Julianne Moore) tanışan Anna, sürekli dikizlediği karşı komşusu Jane Russell'ın, kocası (Gary Oldman) tarafından öldürüldüğü bir geceyi polise ihbar eder. Alistair Russell (Gary Oldman), Anna'nın kendisine iftira attığını söyleyerek karısının yaşadığını ileri sürer ve Jane Russell'ı Anna'ya gösterir. Anna, daha önce tanıştığı Jane'le şimdiki Jane'in (Jennifer Jason Leigh) aynı kişi olmadığında ısrar etse de psikolojik sorunları olan, evden çıkamayan ve geçmişiyle sorunları olan birine kimseyi inandıramaz. 

The Woman in the Window / Penceredeki Kadın (2021)

Yönetmen Joe Wright bir söyleşisinde filmin Covid-19 sürecinden önce tasarlandığını ve pandeminin bir bakıma, kadın karakterin evden çıkamaması üzerindeki gerekçeyi sağlamlaştırdığını söylüyordu. Buna katılırım ve durumu avantajlı bulurum. Fakat filmin agorafobiyi de karakterin geçmişiyle bugünü arasındaki bağı da yansıtamadığını düşünmekteyim. Roman belli ki çok tanıdık bir konuyu psikolojik gerilimin karasularına çekerek yenilik yaratmaya çalışmış, fakat film bu psikolojik derinliği görüntü yönetiminin olanaklarına hapsederek kolaycılık peşinde koşuyor. Manhattan'da yalnız yaşayan, evden çıkamayan, komşularına karşı aşırı meraklı, hatta röntgenci bir karakterin, komşunun ergen oğluyla ve babasıyla yaşadığı korku dolu oyun bir yerden sonra o kadar kısırlaşıyor ki saniyelik şoklarla seyircisini korkutan Scream serisine evriliyor. Filmin başlangıç dokusuyla gelişme bölümünün dokusu son derece kopuk. Dış dünya tasviri yapılamadığı için agorafobik dünya, yani güven ortamı da kıymetini yitiriyor. Finalde yakalanmaya çalışılan rahatlama, arınma sekansı bu anlamda zerre önem arz etmiyor. Filmin, haklı olarak kıyaslandığı The Rear Window'la arasında 65 yıl var. O filmdeki yenilik ve durum gerilimi bu filmde klişeler yumağından öte gidemiyor. Oysa ki hep referans verdiğim yakın tarihli Babadook mekan ve hatıralar konusunda ne büyük ders vermişti. 


Filmin fragmanı

13 Mart 2021 Cumartesi

Kağıttan Hayatlar (2021)


Kağıttan ajitasyon, kartondan şizofreni


Kağıttan Hayatlar (2021)

Çağatay Ulusoy'un başrolünde oynadığı ve aynı zamanda yaratıcı yapımcısı olduğu Kağıttan Hayatlar filmi, gün itibariyle Netflix Türkiye'nin en taze yerli yapımı. Çağatay Ulusoy hem Netflix hem de BluTV tarafından platformların aranan oyuncusu halini almışken bir de yaratıcı yapımcılığıyla gündeme geldi. Hikayenin yaratım sürecindeki tüm sorumluluğu üstüne alan kişidir yaratıcı yapımcı. İçeriği, fikri üretir ve görüntüyü, senaryoyu, rejiyi işin ehline teslim eder. Senaryosu, Behzat Ç. ile bilinen Ercan Mehmet Erdem'e ait olan film, peşin peşin söylemek gerekirse Çağatay Ulusoy'un yaratıcı yapımcılık deneyimi hatırına satılmış gibi görünüyor. En azından umarım öyledir. Gişe filmlerinde klişenin önemli bir form olduğunu en azından bu blog vasıtasıyla sık sık tekrarlıyorum. Özgün olmak, kaygı ve hesap kitap yoluyla varılacak bir nokta değil. Kahramanın yolculuğu gibi, 22 adım teorisi gibi metotlar zaten piyasa filmlerinin benzer rotada ilerlemesi ve iyi birer klişe yaratabilmeleri için hayli etkili çalışıyor. Ancak Kağıttan Hayatlar, bildiğimiz tüm klişelere rahmet okutacak düzeyde özensiz bir metinden ve seyirciyi ağlatmak uğruna birbirine eklemlenmiş kopuk sahnelerden ibaret bir yapım. Yine Netflix'te yayınlanmış olan fakat Netflix yapımı olmayan Azizler hakkında da pek iyimser bir tablo çizmemiştim, fakat bu defa olayın seyri bambaşka bir noktada. Uluslararası alanda bu filmi izleyip kullanılan çok sayıdaki müziğe vurulan, İstanbul manzarasına bakmak isteyen yabancı izleyiciler mi hedeflendi acaba diye iyimser olmaya zorluyorum kendimi. Sanırım nafile.

Kağıttan Hayatlar (2021)

Sokaklarda kağıt toplayan bir grup insanın ekmek kapısı olan büyük bir geri dönüşüm deposundayız. Sokağın şartlarından dolayı sağlığını kaybetmiş olan Mehmet (Çağatay Ulusoy), acil servisten döndüğü bir gecenin hemen sonrasında, çalıştığı ve yaşadığı depodaki kağıt arabalarının birindeki hareketi fark eder. Annesi (Selen Öztürk) tarafından arabaya saklanmış Ali (Emir Ali Doğrul) adlı bu çocuğun, üvey baba şiddeti nedeniyle terk edildiğini öğrenen Mehmet, kendi çocukluğunu düşünerek Ali'ye sonsuz bir şefkatle sahip çıkar. Finalde Ali'yle Mehmet'in hikayeleri tuhaf bir benzerlik gösterecektir. 

Kağıttan Hayatlar (2021)

Müslüm ve Ayla gibi son yılların yüksek prodüksiyonlu filmlerinde de imzasını gördüğümüz Can Ulkay tarafından yönetilen Kağıttan Hayatlar, üzerine derin bir film okuması yapılabilecek bir film değil. Oturmamış karakterler söz konusu bile olamıyor, filmin çok daha mühim, kağıt üstünde ağır hasarı var en başta. Birkaç kişiden finali hakkında övgü dolu yorumlar okuyunca ben de finali beklemeye başladım. Zaten film kendi içinde kaybolmuş, oradan oraya savruluyor, artık Müslüm Baba'dan, Neşet Ertaş'tan, hatta bir ara Romanların resmi marşına dönüşen Djelem Djelem'den medet umuyordu. Bazen sulu zırtlak bazen oynak diye diye finale yaklaşırken lütfen düşündüğüm şey olmasın dediğim anda final de tam beklediğim gibi yaşandı ve bitti. Şizofreni, şiddet, kötü geçmiş gibi sert mevzular o kadar hoyratça serpiştirilmişti ki finaldeki kadın oyuncu her şeyi seyirciye açıklamak zorunda kaldı. Sanırım bir senaristin başına gelebilecek en kötü şeylerden biridir. Kağıt toplayıcıları inanılmaz zorlu bir hayat yaşayan, kolluk kuvvetlerinden tutun halkın her seviyesinden insanın görmezden geldiği bir emek grubu. Bu türden bir sosyal gerçekliğe temas edebilme gayretini takdir ediyor olmakla birlikte bu emek grubunu bu türden şablon bir kalıba, sokak çocuğu ve tinerci dünyasına hapsetmenin epey acemice ve gerçeklerden kopuk olduğunu düşünmekteyim. Filmi izleyeli iki saat olmasına karşın Netflix'in böyle bir hikayeye ve senaryoya nasıl evet dediğini anlayabilmiş değilim. Çevremdeki yaratıcı yazarların yapımcılara senaryo ulaştırmakta epey zorlandığı bir dönemde böyle bir özensizliği ve kolaycılığı aklım almıyor. 


Filmin fragmanı

18 Ocak 2021 Pazartesi

Night Stalker: The Hunt for a Serial Killer / Gece Avcısı: Bir Seri Katili Yakalamak (2021)

4 dakika okuma süresi

Night Stalker: 

Amerikan popülizminin öz evlâdı



Night Stalker: The Hunt for a Serial Killer / Gece Avcısı: Bir Seri Katili Yakalamak (2021)

Bir gösteri toplumu öznesi olarak Amerika Birleşik Devletleri'ne baktığımızda Night Stalker (Gece Avcısı) yani Richard Ramirez adlı seri katilin rol model aldığı, ona esin kaynağı olan ilk popüler seri katil figürü Charles Manson'dır. Toplumda kargaşa yaratmak gibi çılgınca tasarıları olduğunu biliyoruz. Aralarında yönetmen Roman Polanski'nin karısının da olduğu insanları öldürerek Amerika'nın en ünlü seri katili olmuştu. Onu takip eden Ted Bundy'nin lakabı Bebek Yüzlü Katil'di. Gizli bir övgü de barındıran bu lakap ve 80'lerin görkemli şöhret budalalığı birçok seri katil yarattı. Amerika'nın 70'li ve 80'li yıllarda yaşadığı pop çağının da etkisiyle halkta büyük etkiler uyandıran bu canilerin öncüleri de var elbette. 1800'lerin sonlarında seri cinayetler işleyen İngiltere'deki meşhur Karındeşen Jack'le dönemdaş olan Dr. Holmes gibi, Otoban Katili William Bonin gibi, Zodiac gibi öncüller 70'lerin 80'lerin debdebeli hayatıyla çoktan unutulmuştu. Night Stalker yani Richard Ramirez adlı katilin esin kaynağı, kendisinden kısa süre önce yakalanan Hillside Strangler (Yamaç Canavarı) olmuştu. Belgeselin hikayesi tam da burada başlıyor. Seri katiller söz konusu olduğunda Amerika'nın en iyi dedektifi olan Frank Salerno, müthiş bir kurguyu takip ederek Yamaç Canavarlarını yakalamayı başarır ve bir anda ülkenin en meşhur dedektifi halini alır. Night Stalker: The Hunt for a Serial Killer adlı belgeseli başarılı kılan nokta tam da burada gizli. Aynı anda hem seri katilleri hem de onları yakalamaya çalışan dedektifleri medyanın ilgi odağı haline getiren bu tuhaf düzen başrolde. 

Night Stalker: The Hunt for a Serial Killer / Gece Avcısı: Bir Seri Katili Yakalamak (2021)

The Ripper / Yorkshire Canavarı belgeseli hakkındaki yazıyı daha önce paylaşmıştım. Kendisi Karındeşen Jack'e atıfta bulunan ve emniyet birimlerinin tuhaf beceriksizlikleri nedeniyle rahatça cinayetler işlemiş biriydi. Ondan 10 sene sonra Los Angeles'ta peyda olan Richard Ramirez 1984 haziranından 1985 martına kadar en az onun kadar rahat bir biçimde; daha korkunç, daha sadist ve en önemlisi daha amaçsız cinayetler işliyordu. İsterseniz hikayeyi Netflix'in anlattığı düzleme çekeyim. Hikayenin anlatım biçimi, öncelikle kim kimdir? şemasını sağlama alma üzerine kurulu. Hikayeyi kurgusal düzleme çeken ve The Ripper'dan farklılaşan bir taraf bu. Gil Carrillo adlı Meksika kökenli yani hispanik bir Amerikalı çömezin Frank Salerno adlı efsanevi bir dedektifle ortak olma süreci oldukça etkileyici bir drama çatısı kuruyor. İzleyici True Detective, Mindhunter gibi dizilerden aşina olduğu iki farklı karakterle karşı karşıya ve bu metot daima iş yapar. Hatta polisiyenin içinde ne kadar ekip işi varsa hemen hepsinde iki uzak karakter yaratılır ve biz bir yandan da onların arasındaki gerilimli hikayeyi izleriz. Böylece sahneler arasındaki tansiyon rahatça ayarlanır, izleyiciyi oyalayacak çok daha fazla karta sahip olurlar. Belgeselin gerilimli atmosferinden sıyrılıp dedektiflerin aile yaşantısına göz atmak, belgeselin toplumsal katmanlar yaratmasını da kolaylaştırır.

Night Stalker: The Hunt for a Serial Killer / Gece Avcısı: Bir Seri Katili Yakalamak (2021)

Politik atmosfer bakımından The Ripper tek kelimeyle muhteşemdi. İngiliz belgeciliği, arka plandaki tarihsel göndermeler ve kadın aktivizmi her şeyin ötesindeydi. Night Stalker'da daha önemli olan ise kurgusallık ve biraz da destansılık açıkçası. Acımasız katilin peşindeki iki dedektifin hikayesini ve katili yakalamak üzere ortaya koydukları isteği görüyor olsak da buradaki katil de bir homeless'ın öngörüsü sayesinde enseleniyor. Katilin kullandığı araba ellerinde ama yolsuzluklarıyla meşhur Los Angeles Polis Departmanı olaya taş koyuyor. Gece Avcısı Ramirez yoğun takip altında dişçi randevusuna gidiyor ama elini kolunu sallaya sallaya tedavisini olup çıkıyor. Yani o büyük dedektif aklı neden kendi yöntemlerini geliştiremiyor sorusu insanın içini kemiriyor. Bu soru The Ripper'da kadın hareketi bağlamında cevaplanabiliyordu. Sadece kadınların, özellikle hayat kadınlarının öldürülüyor olması devletin pek umrunda değildi. Oradaki gevşeklik anlaşılabiliyordu. Fakat burada kahramanlaştırılan dedektiflerin pek vasıfları yok gibi. En azından polisle kurdukları doğrudan temasta polise sürekli güvenmeye devam etmeleri hakkında belgeselde bir özeleştiriye rastlayamadım. Düşünsenize tüm gazetelerin manşetindeki bir adam otobüs terminalinden koşarak kaçıyor ve gittiği mahaledeki halk tarafından paket ediliyor. Sürükleyici bir dedektiflik hikayesinin finalinde on puanı yine halk ve tesadüfler alıveriyor yani. 

Night Stalker: The Hunt for a Serial Killer / Gece Avcısı: Bir Seri Katili Yakalamak (2021)

Kendisini şeytanın müridi olarak gören Richard Ramirez'in yakalanışı dördüncü ve son bölümde anlatılıyor. Mükemmel anlatılmış olaylara vakıf olduğumuz için içimize su serpiliyor ve kurgusal bir filmde olduğu gibi rahatlıyoruz. Zira özellikle ikinci ve üçüncü bölümlerde sağlanan atmosfer tüyler ürpertici. Cinayet anları bire bir temsil edilmiyor, sadece birkaç fotoğraf ve tanıklıklar yoluyla anlıyoruz, ama yine de ürpertici. Hatta üçüncü bölümde olayların zirveye ulamasıyla birlikte kullanılan sesler, uzaktan gelen şangırtılı ses efektleri çok kurnazca kulanılmış. Bu uzak kayıt sesler yardımıyla kulaklığı çıkarmanızı, kalkıp camları ve kapıları kontrol etmenizi sağlıyorlar. 1985 yılında bu kadar kolay bir biçimde camları kapıları kırıp hırsızlık, tecavüz, çocuk istismarı yapabilen birinin motivasyonu finalde şeytanın emirlerine bağlanıyor. Böyle bir karakterin bile hayran kitlesi oluşuyor. Belgeselde söylenmese de Richard Ramirez 23 yıllık idam sırasını beklerken bir evlilik yapıyor, büyük hayran kitlesinin içinden ona en hayran olan kadınla evleniyor ve -bundan çok sonra- idam edilemeden kanser sebebiyle ölüyor. Night Stalker: The Hunt for a Serial Killer diğer suç belgesellerinin ötesine geçip insanı ürpertme görevini başarıyla yerine getiren bir yapım. Cam bariyerin ardındaki Hannibal Lecter'ın yarattığı endişenin bir benzerini yaşattığı muhakkak. The Ripper'daki toplumsal arka plan burada es geçilmiş ya da tercih edilmemiş, bu yüzden Night Stalker için rafine bir suç gerilim belgeseli diyebiliriz. Sadizmin en tarifsiz sembollerinden birine odaklanan gerçek bir Amerikan suç kültürü belgeseli.

Belgeselin fragmanı

15 Ocak 2021 Cuma

Azizler (2021)

5 dakika okuma süresi


Öleyazanlar derneği


Azizler_Stuck Apart_Haluk Bilginer_Engin Günaydın

Yağmur ve Durul Taylan kardeşlerin Azizler adlı projesi bir yılı aşkın zamandır konuşuluyor. Hatta pandemi sonrası sinema açlığı içine girecek izleyici için, özellikle kadrosunun zenginliğiyle, bir ziyafet vaat ediyordu. Pandemi bitmez oldu. Bizzat sinema perdesi için anamorfik lenslerle, geniş ölçek çektikleri filmlerini maalesef Netflix yoluyla izleyiciyle buluşturdular. Maalesef diyorum, çünkü dijital bir ortamda hem görüntü de hem de seste ciddi kayıplar yaşanabiliyor, kaldı ki filmin yapım sonrası aşaması fazlaca uzun sürmüş, ciddi bir emek var. Durul Taylan bu filmin başlı başına bir izleme deneyimi olduğunu söylüyor, Yağmur Taylan, iyi ve kötünün ötesinde, izlediğimiz tüm yapımlardan farklı, özgün bir film yapma gayretinde olduklarını anlatıyordu. Filmin ciddi manada görsel bir hazzı var, her ne kadar konusu anlamında bazı filmlere benzetilmeye çalışılsa da (mesela The Big Lebowski) ciddi ciddi akla ziyan yakıştırmalar bunlar. Yönetmenlerin özgünlük iddiası kesinlikle tutarlı. Ancak filmin bilinç akışına ve duruma dayalı anlatısı bu özgünlüğü boşa çıkaracak denli gevşek. Birbiriyle kopuk ve yönetmenlerin tabiriyle psychedelic (saykodelik) ilişkiler kuran sahneler ve anlamsızca var olan karakterler birer parodi ve vodvil nesnesi olmaktan öte değil bana kalırsa.

Azizler_Stuck Apart_Haluk Bilginer_Engin Günaydın

Filmin konusu : Henüz izlemeyenler bu paragrafı okumayabilirler.

Bir ajansta post prodüksiyon özel efekt uzmanı olarak çalışan Aziz (Engin Günaydın), hem sevgilisi Burcu'yla (İrem Sak) hem de kendisine evinde huzur vermeyen yeğeni Caner'le (Göktuğ Yıldırım) sorun yumağı içindedir. Tek dileği yalnız kalıp iç sesini dinlemek olan Aziz'in eski tüfek iş arkadaşı Erbil (Haluk Bilginer) ise tam tersine herkesle yalnızlığını paylaşmak ister. Yıllar önce kaybettiği eşi Kamuran'la (Binnur Kaya) buzdolabının üzerine yapıştırdığı fotoğrafı aracılığıyla iletişim kuran Erbil, onun ölümünden kendisini sorumlu tutar ve bir şekilde ölebilmenin yollarını arar. Yalnız kalmak için formül arayan Aziz, zengin iş arkadaşı Alp'in  (Öner Erkan) gösteriş zaaflarını bilmeden de olsa kullanarak bir süre onun evinde kafasını dinler, ama sonunda Alp'in kendisine kurduğu gizli kameralı tuzağa düşecektir.

Azizler_Stuck Apart_Haluk Bilginer_Engin Günaydın

Bu filmin karakter düzleminde akrabalık kurabileceği bir örnek düşünecek olsam Aki Kaurismaki'nin Pidä huivista kiinni, Tatjana (Eşarbını sıkı tut Tatiana) filmi olabirdi. Karakterin bir anda varlık krizine yenik düşüp büyük bir gezintiye çıktığı, finalde ilk noktasına dönüp her şeye bıraktığı yerden devam ettiği karanlık bir komediydi ve izlediğim hiçbir filme benzemediği gibi Azizler'de eksik bulduğum ne varsa yerli yerine koyan cinsten eşsiz bir filmdi. Ya da Jaco Van Dormael'in Bay Hiçkimse'si çoklu karakter anlatısıyla bir nevi akrabalık kurabilir diye düşünebiliriz. Bunlar başka bahisler elbette. Taylan kardeşlerin filmindeki konuşkan, her an kendilerini açık eden karakterleri bir yanda, onlarla yan yana olan daha karikatürize ve amaçsız yazılmış karakterler diğer yanda dururken benzetme yapmak garip olur aslında. Mesela Fatih Artman'ın Cevdet karakteri, mesela bir noktaya kadar filmin merkezine kadar oturan sonra basit bir denyo şakasıyla rolüne veda eden küçük oyuncunun Caner karakteri. Filmin, ana akım komedi filmlerimizle bağı yok, bunu yadırgamıyorum, hatta rezil komedi anlayışımıza yeni bir yorumsa bunu aşırı önemsiyorum. Ancak tam olarak kesitler ve parodiler bütünü olması lezzetsiz bir tercih olmuş. Planes, Trains & Automobiles filmiyle ilgili yazıda Amerikan komedisinin yıllar içinde giderek varoluşçu kara komedilere evrildiğini ve beraberinde dünyadaki komedi anlayışını da buraya götürdüğünü yazmıştım. Azizler, işte bu düşüncemin kanlı canlı kanıtı, işleyemeyen bir tezahürü.

Azizler_Stuck Apart_Haluk Bilginer_Engin Günaydın

Senaryo ekibinde Yağmur ve Durul Taylan kardeşlerin yanı sıra adına rastladığımız Berkun Oya, geçen yılın son aylarına damga vuran Bir Başkadır dizisinin yaratıcısı. Dolayısıyla Netflix, filmi pazarlarken bu isimden de faydalandı. Bütündeki kopukluk nasıl olursa olsun, durumlar üzerinden kendisini var eden başarılı bir taraf var. Zaten sanırım Berkun Oya'nın kafasında bu proje önce bir dizi olarak belirmiş. Azizler, Amerikan kara komedi yapısını, çoklu karakterleri yine de bir şekilde finale kadar taşıyabiliyor. Çok beğenenler ve zaman kaybı olarak görenler şu ana kadar gördüğüm kadarıyla ''eh işte'' diyenlerden fazla. Bu iki kutuba bölünme meselesi, bahsettiğim karakter kopukluğuna rağmen parça parça akıcılık sağlanmasında gizli. Zaten bilincimize egemen olan Youtube aklı bizi fragmanlar ve kesitler izleyeme alıştırdı, bir de kadrodan beklenti var tabii. Yine bu vesileyle başka bir eleştiri konusu da bu muhteşem kadronun, başı sonu belli olmayan, absürt bir kara komedide harcandığı yönünde. İnsan düşünmeden edemiyor elbette. Haluk Bilginer ve Engin Günaydın ikilisi başrolde olmasaydı bu film, bırakın tartışılmayı, bir şekilde görünür olabilir miydi? Bana kalırsa akıcılığı daha doğrusu finale kadar merakı sağlayan tam da onların sahne illüzyonu. Ortada yine Taylan kardeşlerin eşsiz bir film örneği olan Küçük Kıyamet var. Sanki hiç böyle bir film yapılmamış gibi davranılıyor, çünkü star bir kadro yok orada. Azizler, pazarlama ve kadronun genişliğine karşın şakayla karışık, yer yer komiklik peşinde, komik olmaya çalışan diyalogları bazen mahçubiyet yaratan bir deneme. Vermeye çalışıp beceremediği sosyal medya mesajına ise değinmek bile istemiyorum.

Filmin müzikleri