Cinepopularica: 1993
1993 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1993 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Aralık 2017 Pazar

The Remains of The Day / Günden Kalanlar. 1993

Yutkunursun, aşk olur!





Blog üslubuyla film yazarken giriş cümlesi kurmanın birçok yolu var. Filmi izleme ve yazı arasında geçen süre burada belirleyici olur. Günden Kalanlar'ı henüz bitirip yazmaya koyulduysanız aklınızdan geçen ilk düşünce muhtemelen bir Anthony Hopkins övgüsü olacaktır. Onu överek başlamayı isterim ama bu sefer de izlediğimi gölgeleyeceğinden korkarım. Uzatıyorum. Görkemli ve aynı zamanda basit bir film, muhteşem oyuncular ve muazzam görüntü yönetimi. Girişi böyle yaptığımı düşünün ve etkileyici bir filmin etki altısında kaldığımı bilerek beni mazur görün.


Taze Nobel ödüllü Kazuo Ishiguro, bilindiği gibi kendisi bir İngiliz, tarihsel arka planlı romanını 1989'da yayınlar. James Ivory de uyarlamalara oldukça düşkün bir yönetmendir. 1993 yılında vizyona girdiğinde eleştirmenlerin büyük beğenisi kazanan film öte yandan İkinci Dünya Savaşı'na giden süreci de gözler önüne serer. Biz genellikle savaşın seyri içerisinde insan hikayeleri izleriz ve bunu da kıymetli buluruz. Günden Kalanlar'ı benim gözümde kıymetli ve eşsiz kılan ise hem savaşa doğru titrek bir ilerleyişi hem de insani zaaflarla aşka doğru titrek bir yönelişi bir araya getirmiş olması. Bu sıralar sıkça kullanılan politik söylemle, büyük resmin içerisinde enstantaneler barındırması. 


Film, anlatıcılı bir başlangıç yapıyor. Olayların geçmişi anlatıcı yardımıyla aktarılıyor, zira seyircinin atmosferi algılayamaması dönem filmleri açısından büyük bir zaaf olabiliyor. El değiştiren bir konak ve konak çalışanlarının yenilenmesiyle başlayan hikaye, konağın tüm işlerine hakim olan uşak  James Stevens (Anthony Hopkins) ve işe aldığı kahya Miss Kenton'ın ( Emma Thompson) olaya hızlıca dahil olmasıyla birlikte rayına oturup akmaya başlıyor. Senaryosu açık açık yazılamayacak, olgusal bir film olduğunu belirteyim Günden Kalanlar'ın. Hayatını tutsaklığa adamış bir adamla o adamın zırhını delmeye çalışan bir kadının dünyayı değiştirecek günlere doğru yolculuğu dersem yeterli olacaktır sanırım.


Anthony Hopkins'in canlandırdığı karakter Stevens, görevini her şeyden üstün tutan demirden bir iradeyi temsil ediyor, Miss Kenton ise insancıl bir esnekliği. Stevens'in babası da eski bir uşak ve filmde konağın ekibine dahil edilenlerden biri de o. Burada sınıflar arası keskinlik, babada oğula uşaklık, tutsaklık, gönüllü kulluk meselesi çok net. Stevens, insani olarak duyguların batağına nasıl saplanmış ve Miss Kenton'a karşı olan duygularında nasıl kaybolmuş ise konağa ve efendisine karşı da o denli bağlı bir karakter. Konakta olup bitenler, tanık olunanlar ve sırların dört duvar arasına sıkışmasının kaçılmaz oluşu.. Filmin büyüklüğü burada. Duyguların ve politik düşüncelerin gizlendiği, mahremin herkes tarafından bilindiği ama susulduğu bir ortamda bu duyguların yükünü çeken mükemmel bir oyunculuk hem Hopkins hem de Emma Thompson tarafında beliriyor. 


Filmin Fragmanı



7 Mayıs 2016 Cumartesi

M. Butterfly 1993



Aşk yok olmak diyor biri


Bir süredir Cronenberg sineması üzerine bir şeyler yazmaya ve filmlere tek tek göz atmaya çalışıyorum. Cronenberg’in türler arası disiplinleri nasıl kullandığını hep birlikte görüyoruz. Gizem dolu dramalardan tutun, neredeyse sovyetik bilim kurgulara ve asla tatmin olamadan yeni deneyimlere yol almayı çok seven bir yönetmenle karşı karşıyayız. Tüm filmografisi içinde ve tüm bu türlerle aslında benzer konuları anlatmaya çalışıyor Cronenberg. Bugün sıra, tüm filmografisi içinde en farklı yerde duran filme geldi sanırım. En azından şimdilik..

                                     
Kronoloji açısından bir tutarlılık sezinlemiş olduğumdan değilse de bir önceki filmi olan Çıplak Yemek’te  Cronenberg, 1950’lerin cadı avı dönemini konu edinmişti. Şimdi sıra 1960’larda Çin’le Amerika arasındaki tuhaf ilişkiyi tuhaf bir konuyla dahil ediyor sinemasına. Konu tuhaf olsa da yönetmen, ilk kez saf bir dramayla Amerikalı izleyiciye nispeten daha anlaşılır bir film hediye etmiş oluyor.

1960’ların Çin’inde diplomat olarak çalışan Rene Gallimard (Jeremy Irons), ilk kez izlediği Madame Butterfly’ın final sahnesinde opera sanatçısı Song Liling’e (John Lone) çarpılır. Her anı sadece Song’u düşünmekle geçen adam bir süre sonra onu elde etmeyi başarır. Uğruna karısını bile terk ettiği Song’un casuslukla suçlanması üzerine büyük bir ayrılık yaşasalar da tekrar bir araya gelirler.  Mutlu yaşantılarına kaldıkları yerden devam etmelerinin önünde başka bir engel belirir. Bu kez ikisi de casusluk suçlamasıyla hapse atılır ve daha önemlisi Song’un kadın kılığına girmiş bir erkek olduğu ortaya çıkar. Bu olay Gallimard için yolun sonu olacaktır.


Filmin adının Madame Butterfly olmaması da konusundan kaynaklanıyor. Bir cinsiyet göndermesi yani. Bu filme özgü değil ama gerçek bir olaya dayanan bir konuyu Cronenberg, başka bir alana çekip kendine has bir gizeme büründürüyor ve bunu da harikulade bir biçimde yapıyor. Gerçek olayda iki kişi de birbirinin cinsiyetinden tam olarak haberdar iken Cronenberg’in filminde oyun içinde oyun ve aşka tuhaf göndermeler gayet şık kurgulanmış.



İşin tuhaflığı aslında tam olarak şuraya dayanıyor; sürprizli bir final için seçilen oyuncu John Lone. Yani izleyicilere uzak olmayan bir oyuncu. Bir nevi sürpriz olmayan bir sürpriz ve  tam bir Cronenberg işi. Yine de bu yazı kesinlikle Jeremy Irons’la bitmeli. Sinema tarihinde apayrı bir yeri olan bir oyuncu olması şöyle dursun, bu filmde can verdiği karakterle onu ağzınız açık izliyorsunuz. Cronenberg bir yönetmenlik dersi veriyorsa büyük pay sahibi Jeremy Irons’tır.

Filmin Fragmanı