Cinepopularica: 2007
2007 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2007 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Aralık 2017 Perşembe

Charlie Wilson's War / Charlie Wilson'ın Savaşı 2007

Üçüncü türden diplomatik ilişkiler



Mike Nichols'ün 1966 yılında Kim Korkan Hain Kurttan? filmiyle başlayan sinema serüveninin son filmine geldik çattık. 2007 yılı yapımı Charlie Wilson'ın Savaşı filminden sonra iki filme yapım desteği vermesinin dışında sinemadan uzak duran Mike Nichols 2014 yılında aramızdan ayrıldı. Hayatını kadın erkek ilişkilerini anlatamaya adamış, arada sırada sıradan filmlerle finansman tazeleyip geri dönüşler yapmaya çalışmış büyük bir kariyerin adıdır Mike Nichols. Gönül isterdi ki doğrudan politik alanın çiğ tuzağıyla kapanış yapmasındı, fakat Charlie Wilson'ın Savaşı 1980'lerde Amerikan destekli Afgan milislerinin Ruslara karşı direnişini anlatan düz bir film.


Charlie Wilson (Tom Hanks), Orta Doğu'da Amerikan politikaları konusunda lobi ve yaptırım faaliyetleri yürüten Teksaslı bir kongre üyesidir. 1980'lerde Rusların kontrol ettiği Afganistan'da milisleri ve çeteleri Amerika adına ağır silahlarla donatan Wilson, kazandığı başarıların ardından bir süre daha Afganistan'da kalıp genç nüfusu eğitmeyi önerir. Bu karar ciddiye alınmaz ve Charlie Wilson'a göre bu gelecekte tehlikeli bir yeşil kuşak yaratacaktır. 


Filmin senaryosu sürükleyicilikten uzak ve senaryo kişileri vodvil tiplemesi gibi sahneye girip amaçsızca belirip kayboluveriyorlar. Amaca hizmet eden tek karakter Charlie Wilson. Amerika'nın günah çıkarması denmiş ve yerden yere vurulmuşsa buna tamamiyle katılmıyorum. 2007 yılında Amerika hala Irak ve Afganistan'da sıcak savaş içerisindeydi. İkiz Kuleler olgusu da tazeydi. Bu durumda, yani Amerikan diplomasisi içerisinde hala haklılığını savunan çoğunluk varken, ''Biz Orta Doğu'da ortalığı karıştırıp, çekiliriz'' demek az bir iş değil. Zira bu filmleri halk izliyor, mesaj da halka. Bunları göz ardı ederek meseleyi sinemaya indirgersem, Nichols'ün büyük bir oyuncu kadrosuyla yaptığı finali başarısız bulduğumu söyleyerek Mike Nichols'e veda etmiş oluyorum.  


Filmin Fragmanı

17 Eylül 2016 Cumartesi

Into The Wild / Özgürlük Yolu 2007



Nehirlere çıkar bütün sokaklar ama bir ihtimal daha var!



Chris McCandless’ın mücadelesini izlemeyi hep ertelemiştim. ''O filmi izledin mi?'' diye soranların derdi genellikle yüzeysel ama akıcı, biraz da aktivizm soslu macera filmlerini yüceltmekti çünkü. Günümüz dünyasının durağan yapısı ufak bir twit paylaşımını bile kahramanlaştırmak üzerine kurulu değil mi? Özgürlük Yolu'na konu olan hikayeyi bir öğrenci evinde bir islamcı ve bir anarşist arkadaşın tartışmaları sırasında işitmiştim ilk defa. Hararetlenen tartışmayı kazandıracak masalsı bir öykü anlatılmıştı, bir modern zamanlar kıssası gibi. Ebuzer yerine Chris McCandless; neden olmasındı ki? Çoktan belleğimin arka odalarına gönderdiğim onlarca hikayeyi tuhaf olaylar aracılığıyla o kuytulardan çekip çıkarmayı da öğrendim. Hafızanın garip oyunlarından biri olarak hepimiz yaşıyoruz bu durumu. Hay Bin Yakzan örneğinden girilmiş Robinson olmanın mecburiyetinden çıkılmıştı. Filmin ilk dakikalarına kafamdaki karmakarışık referanslarla başlayıverdim. 



Girizgahımdaki mesele biraz da Sean Penn'e atıf olsun diyeydi. İzleme, okuma, bakma eylemi kesinlikle o anın ruhuna uygun bir kafa denkliğini en azından asgari ölçüde zihinsel hazırlığı gerektirirken bir de eseri yaratmanın hazırlık aşamasını düşünsenize. Sean Penn'i peşin peşin öveceğim ama en önemli övgü bilerek kişiselleştirdiği, ruh kardeşlerine ithaf etme pahasına filmi ana akım damarından uzaklaştırdığı için olacak. Senaryoya konu olan olayın gerçekte yaşanmış olması her ne kadar yazarın ve yönetmenin işini kolaylaştırıyor da olsa Amerikan sinemasının bu türden bir özü yakalamış olması şaşırtıcı, sevindirici ve de mühim. Basit bir hayatta kalma, inzivaya çekilme filmi olabilseydi eminim tanınmış bir jönle daha büyük ekonomik başarı yakalardı. Ancak o haliyle doğu-batı ayırt etmeksizin ortak varoluş acılarına seslenebilir miydi emin değilim. Aslında eminim.


Motosiklet Günlükleri'nin de görüntü yönetmenliği yapan Eric Gautier, Leos Carax ve Walter Salles gibi iç dünyaları karmaşık ama yol hikayeleri net yönetmenlerle çalışmış, doğal ışığı ve doğal atmosferi etkili kullanan bir usta. Sean Penn, senaryosunu yazarken tüm bu teknik adımlar hakkında da oldukça titiz davranmış. Sean Penn Chris McCandless'a çok inanmış. Bu tür özgürlük hikayelerini izlediğimde beni nedense duygudan çok ülkeme karşı tuhaf duygular kaplıyor. O övdüğümüz Anadolu aslında bilgelikten ne kadar uzak, ne kadar boğucu ve meraklı. Bir süre sonra filmden kopup ‘’Bu adam bu basit yolculuğu Türkiye’de yapamazdı’’ derken yakalıyorum kendimi. İnsanların yalnız kalma hakkına bile tecavüz edilen bir memlekette, duyguların namusunu yitirdiği bir memlekette varoluş bile hayal ne yazık ki. Ruhani başlayan yazı yolculuğumu acı gerçeklerle noktalıyorum. Öfkeniz bol, menziliniz ırak olsun.

Filmin Fragmanı





21 Mayıs 2016 Cumartesi

Eastern Promises / Şark Vaatleri 2007




Bir doğu hanedanının batısında



Şiddetin Tarihçesi'ni pek beğenmemiştim. Sıradaki filmi beklerken kendimi daha iyi bir filmle karşı karşıya geleceğime ikna ederek avuttum. Sıradaki film yine oldukça sükse yapmış ve yılın en iyi filmlerinden biri olarak lanse edilmiş, çokça atıfta bulunulmuş bir filmdi. Şark Vaatleri, Şiddetin Tarihçesi'ne göre daha derli toplu bir film, ama tahmin edileceği üzere Cronenberg sinemasını bu filmle kavrayabilmek yine mümkün değil. Buradan bu filmi beğenmediğim izlenimi çıkarılmasın, zira suç filmlerini seven ve gerçeklik hissi taşıyan suç filmi bulmakta epey zorlanan benim gibi izleyiciler için ilaç gibi bir film Şark Vaatleri. 


Bir hastanede ebelik yapmakta olan Anna (Naomi Watts), acil bir vaka karşısında altüst olur. Son anda kurtarılan bebeğin 14 yaşındaki annesini, ondan geriye kalan günlüklerden tanıyan Anna, Londra’nın göbeğinde Rus mafyası tarafından işletilen bir restauranta ulaşır. İşletmeci Semyon’un (Armin Mueller-Stahl) son derece kirli işlere karışan oğlu Kirill’in (Vincent Cassel) bir çocukla ilişkiye girdiği için cezalandırılması için uğraşan Anna, mafyanın yanında şoförlük yapan Nikolai’den (Viggo Mortensen) yardım görür. Semyon ise Kirill’in diğer pis işlerini temizlemek için Nikolai’ye tuzak kurmuştur.


Görüntü yönetmeni Peter Suschitzky, sinema öğrencileri için ‘ atmosfer nasıl yaratılır’ konulu bir ders veriyor desem abartmış olmam. Evvela tekniği kusursuz işlenmiş, karakterli bir dokuyla filmin içine kolayca çekiliyoruz. Şark Vaatleri adına bakarak usta yönetmenin bir doğulu imgesinden hareketle sert bir eleştiriye giriştiğini düşündüm aslında. Filmin seçtiği doğulular Slavlar olunca da Cronenberg'in düşüncesini başka bir boyutta algılamadım desem yalan olur. Batı düşüncesinin en doğusuna yönelmesiyle birlikte kafamda giderek değer kaybeden sineması dirilmeye başladı Cronenberg'in. 

Filmin Fragmanı