Kifayetsiz çırpınış
Manhattan'da yaşayan çocuk psikoloğu Anna (Amy Adams), Agorafobi hastalığı yüzünden uzun yıllardır toplum içine karışmaktan ve sokağa adım atmaktan uzak durmaktadır. Sokağı uzaktan gözetlemek ve sürekli film izlemekten başka bir yaşam belirtisi göstermeyen Anna'nın hayatı, Russell ailesinin karşı daireye taşınmasıyla değişir. Önce ailenin sorunlu ergen çocuğu Ethan (Fred Hechinger), sonra da Annesi Jane Russell'la (Julianne Moore) tanışan Anna, sürekli dikizlediği karşı komşusu Jane Russell'ın, kocası (Gary Oldman) tarafından öldürüldüğü bir geceyi polise ihbar eder. Alistair Russell (Gary Oldman), Anna'nın kendisine iftira attığını söyleyerek karısının yaşadığını ileri sürer ve Jane Russell'ı Anna'ya gösterir. Anna, daha önce tanıştığı Jane'le şimdiki Jane'in (Jennifer Jason Leigh) aynı kişi olmadığında ısrar etse de psikolojik sorunları olan, evden çıkamayan ve geçmişiyle sorunları olan birine kimseyi inandıramaz.
Yönetmen Joe Wright bir söyleşisinde filmin Covid-19 sürecinden önce tasarlandığını ve pandeminin bir bakıma, kadın karakterin evden çıkamaması üzerindeki gerekçeyi sağlamlaştırdığını söylüyordu. Buna katılırım ve durumu avantajlı bulurum. Fakat filmin agorafobiyi de karakterin geçmişiyle bugünü arasındaki bağı da yansıtamadığını düşünmekteyim. Roman belli ki çok tanıdık bir konuyu psikolojik gerilimin karasularına çekerek yenilik yaratmaya çalışmış, fakat film bu psikolojik derinliği görüntü yönetiminin olanaklarına hapsederek kolaycılık peşinde koşuyor. Manhattan'da yalnız yaşayan, evden çıkamayan, komşularına karşı aşırı meraklı, hatta röntgenci bir karakterin, komşunun ergen oğluyla ve babasıyla yaşadığı korku dolu oyun bir yerden sonra o kadar kısırlaşıyor ki saniyelik şoklarla seyircisini korkutan Scream serisine evriliyor. Filmin başlangıç dokusuyla gelişme bölümünün dokusu son derece kopuk. Dış dünya tasviri yapılamadığı için agorafobik dünya, yani güven ortamı da kıymetini yitiriyor. Finalde yakalanmaya çalışılan rahatlama, arınma sekansı bu anlamda zerre önem arz etmiyor. Filmin, haklı olarak kıyaslandığı The Rear Window'la arasında 65 yıl var. O filmdeki yenilik ve durum gerilimi bu filmde klişeler yumağından öte gidemiyor. Oysa ki hep referans verdiğim yakın tarihli Babadook mekan ve hatıralar konusunda ne büyük ders vermişti.