Cinepopularica: 1995
1995 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1995 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Aralık 2020 Cuma

Leaving Las Vegas / Elveda Las Vegas (1995)

2 dakika okuma süresi


Nihâyete adım adım


Leaving Las Vegas / Elveda Las Vegas (1995)

Mike Figgis, 1995 yılında çektiği Leaving Las Vegas filmine kadar, yaklaşık on yıllık yönetmenlik kariyerine birkaç iyi film, dizi ve belgesel sığdırmış, yaratıcı ve üretken bir sinemacı. Leaving Las Vegas'ı önce bir televizyon filmi projesi olarak tasarlar, hatta 35 mm yerine 16 mm kamerayla çeker, fakat yapım sırasında bunun bir sinema filmi olması gerektiğine karar verilir. John O'Brien'ın aynı adlı romanından ve senaryosundan hareketle, çekimler başlar. Yazar O'Brian iki hafta sonra intihar eder, çekimler durur. Projeyi rafa kaldırma düşüncesi tartışılırken, bu filmi ona adama kararı alıp devam ederler. Belli ki bir mesaj vermiş ve kendisini ölümsüzleştirmek için böyle bir yol seçmiş, ya da yazdığı filmdeki gibi adım adım o yola ilerlemiştir. Bu olaydan sonra başroldeki Nicolas Cage, filmdeki karakterine daha sıkı sarılır, hatta koluna bizzat John O'Brien'a ait kol saatini takıp, belki de metot oyunculuğunun gereğini yerine getirir. Yazara, yönetmene ve başrol oyuncusuna dair verdiğim tüm bu bilgiler filmin içeriğiyle tamamen örtüştüğü gibi, Nicolas Cage'e de ilk ve tek En İyi Erkek Oyuncu Oscar heykelciğini kazandırır. 

Leaving Las Vegas / Elveda Las Vegas (1995)

Senarist Ben Sanderson (Nicolas Cage), yanına oğlunu da alıp kendisini terk eden karısının ardından büyük bir bunalıma girer, ya da zaten öteden beri bunalımın içindedir. Delicesine içen ve içerek ölmeyi tasarlayan Ben, hayatının bu döneminde maddi sıkıntılar da çekmeye başlar. Yalnız kalmamak için teselliyi hayat kadınlarında arayan Ben'in yolu, bir gün Sera (Elisabeth Shueadındaki bir hayat kadınıyla kesişir. Sera da geçmişinden gelen travmaları atlatmak için psikolojik yardım alan bir kadındır. Ben Sanderson'un bitik, çaresiz ve beş parasız halinde tanıdık bir şeyler bulan Sera'nın içinde şefkat ve aşk hisleri uyanır. İkisi de birbirine tutunacaktır. Ama Ben Sanderson delicesine içmeyi bırakamaz.

Leaving Las Vegas / Elveda Las Vegas (1995)

Adına dipsomani denen bir arızalı ruh hali var. Şişenin dibini görmek ve delice içmek anlamına geliyor. Filmin başından itibaren Ben Sanderson'un muzdarip olduğu hâl bu. Karısı ve oğluyla yolunun ayrılmış olduğuna dair bir sekans, sadece öfke dolu bir sahnedeki diyaloglarla -o da üstü kapalı olarak- kendisini belli ediyor. Nicolas Cage, karakteri çizerken çok iyi referanslar bulup metot oyunculuğu icabı alkolizmin sınırlarında gezinenlerle zaman geçirmiş. Bu sayede tehlikeli bir eşiği kolayca aşmış. Doğallık ile sarhoş parodisi arasındaki eşiği kastediyorum, zira senaryo buna o kadar müsait ki. Yazar O'Brian, sanki filmin başlamasını beklemiş, Nicolas Cage'i, Elisabeth Shue'yu ve yönetmeni test etmiş. Bakmış ki işler yolunda gidiyor ve film doğru istikamette ilerliyor, dünyayı terk eylemiş. Filmi başarılı kılan hemen hemen tüm faktörler yerli yerinde. Hatta 16 mm film kamerasının verdiği puslu ve bulanık doku bile filmin kirli duygusuyla bire bir örtüşüyor. Fakat filmin özellikle Amerika'da popüler olmasının iki önemli nedeni var. Biri Nicolas Cage'in Oscar ödülü, diğeri Roger Ebert'in Great Movies seçkisinde yer alması. Filmin müziklerini aşağıdan dinleyebilirsiniz.


Filmin fragmanı


Filmin Müzikleri


6 Şubat 2018 Salı

Clockers / Torbacı 1995



Köşe başındakiler

Clockers / Torbacı  1995

Bir değişiklik olsun, Spike Lee filmi hakkında yazarken Harvey Keitel överek başlayayım. Bir vesileyle adını duyduğum her  filmin kalite çıtasını arşa değdirme potansiyeli olan bir oyuncu. Torbacı'da Harvey Keitel oynuyorsa, böyle bir rolü kabul etmişse senaryoda bir ışık görmüştür dedim kendi kendime. Yanıldım mı? Kesinlikle hayır. Yapımcıları arasında Martin Scorsese'nin de bulunduğu filmle birlike Spike Lee derlenip toparlanarak ilerleyişini sürdürüyor. Saf siyahi sinemasını, sinemadaki ayrımcılığı protesto etme biçimini takdir ediyor olsam da bi şekilde sinema tarihinde var olabilmek için filmlerinin daha geniş kitlelere ulaşabilmesini düşünmesi gerektiğini düşünüyordum. Tavrını biraz olsun değiştirerek, biraz olsun senaryonun selametini göz önüne alarak yeni bir sürece başladığı film olarak anabiliriz Torbacı'yı. Tabii beyazlar bu filmde polis rolünde. Oynamaları gayet normal. Ancak yine de Martin Scorsese'nin mental hocalığı Spike Lee'nin sonraki filmlerine de etki eden bir değişimi başlatmıştır. 

Clockers / Torbacı  1995

Strike (Mekhi Phifer), sokaktaki diğer arkadaşları gibi, hayatını uyuşturucu maddeler satarak kazanmaktadır. Şebekenin lideri Rodney'e (Delroy Lindo) bağlı olarak çalışan Strike, önemli bir iş için talimat alır ve Rodney için tehlikeli hale gelen Darryl'i (Steve White) öldürmeye ikna edilir. Strike, Darryl'i öldürmekten vazgeçmiştir ama Darryl bir şekilde başkası tarafından öldürülmüştür. Strike yine de bu cinayetin tek şüphelisidir. Dedektif Rocco (Harvey Keitel) ve yardımısı Larry (John Turturro) bu olayın gizemini çözmeye çalışacaktır. 


Gizem ve mesaj dozu bu sefer kararında verilmiş bir Spike Lee tadımlığı. Sanırım joint için cigaralık yerine böyle bir çeviri yapabiliriz, herhangi bir övgüde bulunduğumuz düşünülmesin, başımıza iş açılmasın sonra. Kendisi, filmlerinin açılışına ''Bir Spike Lee Filmi'' demek yerine ''Bir Spike Lee Cigaralığı'' yazmayı yeğliyor. Bu sefer gerçek bir sarımlık olduğuna şüphe yok. Filmin son yarım saati oldukça şişirme ve belli bir yerden sonra insanın tadını kaçıracak denli uzuyor. Bizim iyi kalpli siyahi polis, bizim masum çocuklar, bizim müthiş adil sokak kanunlarımız edebiyatından sonra Harvey Keitel'li sahneler olayı bir nebze olsun toparlıyor. Sarkan kısımları görmezden geldiğimde anlamlı bir bütünlükten bahsedebilirim. 


Filmin Fragmanı


1 Ocak 2018 Pazartesi

L'uomo delle stelle / Yıldız Avcısı 1995



Anlatılan senin hikayendir



Giuseppe Tornatore, filmlerinin tamamını izlediğim ve hatta bazılarını ikişer defa izlediğim bir yönetmen. Filmlerindeki dönemsel tadı severim. Herkesin Keyfi Yerinde gibi ilk izlediğimde çarpıldığım bir diğer filmi de Yıldız Avcısı'dır. Herkesin Keyfi Yerinde yapısı gereği dramatik bir filmdir ama Yıldız Avcısı insanın içini yakar. Muhsin Bey filminde ünlü olmak için sahneye çıkan, ümidini bu işe yatıran insanların anlatılmamış öyküsü nasıl can yakıcıysa aynen öyle bir acı. Bu yüzden olsa gerek Yıldız Avcısı benim Giuseppe Tornatore sinemasında bir adım öne çıkardığım bir filmdir. 


Eski bir otuz beş milimetre film kamerasıyla Sicilya'nın köylerini dolaşan Joe Morelli (Sergio Castellitto), insanları para karşılığı filme kaydeder. Köylüler sinemanın büyüsüne kapılıp ünlü bir oyuncu olabilmek için tüm paralarını Morelli'ye kaptırır. Morelli'ye paralarını kaptıran insanlar hayatlarında kimseye anlatamadığı anılarını da kameraya anlatmış olur. Gününü gün eden Morelli, kilisede kalan yoksul ve güzel Beata'nın (Tiziano Lodato) da filmini çeker. Foyası ortaya çıkan Morelli'nin başı büyük belaya girer hem Morelli hem de yeni yardımcısı Beata için hayatın bambaşka planları vardır. 


Tornatore'nin imzası haline gelen sarı renkle İkinci Dünya Savaşı yıllarında umutsuz insan hikayelerine odaklanıyor film. Morelli'nin sahtekarlığı filme başlarken bize komedi vaat ediyor, ancak insanların hikayeleri türler ötesine taşıyor bizi. Bir yandan esprili bir yandan kabullenişmiş bir çaresizlik. Aynı zamanda Dünyanın herhangi bir köyünde yaşanan hemen her şey mevcut filmde. Tornatore kırsalın ruhunu çok iyi biliyor. Kırsaldaki insanın mahrumiyetini ve birbirine ettiği zulmü incelikli bir mizahla ve oradan da dramatik bir biçimde olanca lezzetiyle paylaşıyor. Morelli, gözüme bir modern çağ şarlatanı değil de bir sosyal antropolog gibi göründü bu filmi her izleyişimde. 


Morelli'nin insan hikayelerindeki iç burkan gerçeklik karşısında dönüşümü muhteşem. Kendisi de bir kaybeden olan Morelli ne paradan vazgeçebiliyor ne de arada bir beliren vicdanından. Sergio Castellitto baştan sona çarpıcı, muhteşem ve artık ne derseniz. Filmin finali kendiliğinden hüzünlü. Karakterin gerçek manada dönüştüğü ve iyi biri olmaya karar verdiği, Beata'nın insani yanımızı harap ettiği finalden bahsediyorum. Başta söylediğimi yineleyeyim. Filmin çarpıcı kılan hüznü sizin arayıp bulacaksınız, çünkü insanların kameraya içlerini döktüğü anlardan biri mutlaka sizi anlatıyor.


Filmin Fragmanı

22 Mayıs 2016 Pazar

The Bridges of Madison County / Yasak İlişki 1995


 Kimdi giden kimdi kalan?



Clint Eastwood sinemasını izlemeye bu filmle başlayan bir izleyici muhtemelen duygularına tercüman olacak romantik prensi bulduğunu düşünecektir. Clint Eastwood’tan haberi olan herhangi biri için ise durum hayli farklı. Erkeklik ikonu olarak nam salmış Eastwood, Robert James Waller'ın romanından uyarlanan filmde kadife bir aldatma! hikayesiyle karşımızda.



National Geographic için çalışan fotoğrafçı Robert Kincaid (Clint Eastwood), Roseman Köprüsü’nü fotoğraflamak için Iowa eyaletine gelir. Adres sormak üzere Francesca’yla (Meryl Streep) karşılaşır. Evli ve iki çocuğu olan Francesca’nın eşi ve çocukları o sırada başka bir şehirde bulunan bir fuarı ziyaret etmektedir. Robert ve Francesca bu dört günlük zaman içerisinde hayatlarının aşkını yaşayacak, hayatın ve özgürlüğün anlamını sorgulayacaktır.


Kadife bir aldatma hikayesiyle neyi kastettiğimi, hikayenin özetiyle biraz olsun anlatabilmişimdir umarım ve elbette daha fazlası filmin kendisinde saklı. Filmin fikri oldukça tanıdık ve her daim güncel. Mutluluğun, özgürlüğün, sadakatin ne olduğunu ilk kez bu filmde sorgulamıyoruz elbette. Kendi gerçeğini kabullenmiş ve gelenekçi sayılabilecek bir kadının zıtlıklarını filmin hızlı gelişen romantizmine kurban edecek denli kaba bir acelecilik sezdim bu filmde. İnsana ait hiçbir duyguyu reddettiğim yok ama kuşkusuz kimi duyguların gerçekliğini özellikle bir sinema filmi için sorgulama hakkımız var.


Meryl Streep filmin oyunculuk açısından kurtarıcısı desem yeridir. Zaten uzun bir süre Robert ve Francesca karakteriyle ilerleyen filmde Clint Eastwood’un durağan oyunculuğundan başka her şeye daha fazla dikkat ediyor insan. Uzun sayılabilecek bir filmde karakter derinliği yeterince sağlanamamış ve bunda Eastwood’un yetersiz oyunculuğunun da payı var. Bahsettiğim gibi sson derece aceleci bir karakter dönüşümü ve kadın hissiyatına sığ bir bakış var bu filmde. İnandırıcılık sorununu görmezden gelebilir ve ayrıntılara fazla takılmazsanız keyif alabileceğiniz bir film olabilir Yasak İlişki. 

 Filmin Fragmanı