Cinepopularica: Belçika Sineması
Belçika Sineması etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Belçika Sineması etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Şubat 2021 Cumartesi

The Broken Circle Breakdown / Kırık Çember (2012)


 3 dakika okuma süresi



Tepeden tırnağa yaralı



The Broken Circle Breakdown / Kırık Çember  (2012)

Felix van Groeningen'i 2009 yılında vizyona giren De helaasheid der dingen ( Çölde Kutup Ayısı) filmiyle tanımıştım. Bol karakterli, enteresan bir arka planı olan, delişmen bir filmdi. Çok değil 11 yıl evvel daha farklı bir sinema evrenindeymişiz. Her ne kadar filme çarpılmış olmasam da dünyanın farklı noktalarından yükselen farklı seslere ve isimlere daha fazla kulak kabarttığımız günlerdi. O filmden üç sene sonra çektiği The Broken Circle Breakdown 2013 yılında çok sayıda festivalde önemli ödüller kazandı, nihayetinde 2014 Oscar törenindeki Yabancı Dilde En İyi Film ödülü için en güçlü adaylardan biri oldu. Ödülü, o yılın en iyi Avrupa filmi olan La Grande Bellezza'ya (Muhteşem Güzellik) kaptırdı. O vakitler bir kez izlediğim Kırık Çember'i şu günlerde yine bitirdim. Artık, Amerika sinemasına transferi gerçekleşmiş olan Felix van Groeningen, bir aile trajedisini aktardığı filminin yan hikayesine George W. Bush döneminin kökten değişen dünya pratiğini ve köktenciliğin reddiyesini yerleştiriyor. Yani birbirini besleyen iki çelişkiyi.

The Broken Circle Breakdown / Kırık Çember  (2012)

Kısa bir karşılaşmanın ardından birbirlerine hızla aşık olan Didier (Johan Heldenbergh) ve Elise (Veerle Baetens), birbirlerinden son derece farklı iki karakterdir. Mantığına sığınan, inançsız Didier tamamen içine dönmüş, inzivaya çekilmiş bir adam, çılgın ve tutkulu Elise ise maneviyattan beslenen bir kadındır. İkisinin de beklemediği bir hamilelikten doğan kızları Maybelle (Nell Cattrysse), henüz altı yaşındayken kansere yakalanır ve tüm çabalara rağmen ölür. Didier ve Elise, sürekli geçmişle bugün arasında gidip gelen bilinçlerinde ilişkilerini sorgular ve kendileri suçlamaya başlarlar. 

The Broken Circle Breakdown / Kırık Çember  (2012)

Felix van Groeningen'in yarattığı bilinç akışı evreninde hikaye, kurgusal olarak geçmiş ve günümüz arasında mekik dokuyor. Zamanda yaşadığımız sıçramalar yoluyla da aslında hem Elise'nin maneviyata yüklediği anlama hem de Didier'in dinlere ve devletlere kustuğu nefrete tanık oluyoruz. Nesneleştirilen görüntüler 11 Eylül saldırılarına kadar ilerliyor, hatta bazı sahnelerde din ve inancın her türlüsü topa tutuluyor. Ve biz aslında Felemenkçe bir Amerikan filmi izliyoruz. Filmin formu ve yapısı, hatta karakterlerin prototipi, tamamen Amerikan taşrasından fırlamış. Duygusal bir metin, iyi bir oyunculuk ve hikaye barındırmasına karşın benim açımdan baş tacı edilecek bir film değil. Müzikal bir form ve şablon finalle sonlanıyor oluşu da meylettiği Amerikan sinemasını göz önüne aldığımızda şaşılacak şey değil. Yine de kurgusu, karakterlerini başarıyla var edebilmesi, en önemlisi de hikayenin temposu bakımından takdir edilesi bir aile draması.

Filmin Fragmanı

14 Haziran 2016 Salı

Mr. Nobody / Bay Hiçkimse 2009

Genç bilebilse, ihtiyar yapabilse


Jaco Van Dormael’i şöhrete kavuşturan, dolayısıyla geniş kitlelerce sinemasını görünür kılan filme geldi sıra; Bay Hiçkimse’ye. Kafa açan bir film olduğunu okumuştum, ilk dakikalarından itibaren buna kendim de tanık oldum ve gözümü bile kırpmadan izleyemeye başladım. Filmin bitiş jeneriğiyle birlikte koca bir rus romanını bir solukta okumuş, bunun gururunu yaşayan, gel gör ki konuyu anlayamadığını düşünen adam gibi hissettim. Şimdi durum nedir?, Hemen izah edeyim.


Aslında mesele o kadar da karmaşık değil.  Yönetmenin diğer filmlerindeki başka dünya tasavvuruna kulak kesildiyseniz aslında gayet göze görünür bir metinle baş başa kalıyorsunuz.  Jaco Van Dormael’den hareketle film hakkında şöyle bir şey söylemek istiyorum. Mümkün haller içerisinde tüm ihtimalleri denemeye çalışan bir film gerçekleştirme düşüncesiyle ortaya çıkmış, biraz uzun olması ve derli toplu olmaya bir türlü meyledememesi yüzünden hafif bir karmaşa yaşayan tatlı bir film. Umarım çok karmaşık bir açıklama olmamıştır.



2092 yılında 120 yaşında bir adam olarak uyanan ve son ölümlü olarak ölümü bekleyen Nemo (Jared Leto), yaşam transkriptindeki tüm olasılıkları yaşamaya başlar. Hayatındaki üç kadınla ve üç olası aileyle ilgili olarak yaşadıkları onu başka evrenlere sürükler. Annesiyle babasının ayrılığından başlayarak hayatındaki tüm öenmli anları tekrar yaşayan genç adam için en samimi nasihat yine kendi ihtiyarlığından gelecektir: ‘’Her şey hallolur, iyi yada kötü’.



Yönetmenin tüm filmlerine bakmış biri olarak sıkıntılı bir alana da değinmek istiyorum. Süreden kaynaklanan ritim bozukluğu. Bütün filmleri oldukça etkileyici olmasına rağmen bu filmlerin başyapıt mertebesine ulaşmasını engelleyen sıkıcı ve bölücü on, on beş dakika istisnasız her filmde mevcut. Bay Hiçkimse özelinde şunu belirtmem lazım, izleyiciye lazım olan, karakterle özdeşleşme ya da yabancılaşmada ortaklık hissi bu filmde özel bir çaba gerektiriyor. Bunlara rağmen senaryonun teknik taraflarını kavrayabilecek kadar film izlemişseniz gerisi vız gelir. Olumsuz eleştirimi de yaptığıma göre filmi tavsiye ederek yazıyla vedalaşıyorum. İyi seyirler.

Filmin Fragmanı

13 Haziran 2016 Pazartesi

Le huitième jour / Sekizinci Gün 1996


Müziğin Sesini duyamayanlar dans edenleri deli sanıyor



Jaco Van Dormael’in filmi, orada burada Yağmur Adam’ın fransız versiyonu diye tanımlanmış. Benzetmeler yapmak kaçınılmaz, zira görsel işleri anlamlandırmak için tanıdık referansları zihnimize çağırmak, meseleyi kavramada yardımcı oluyor. Benzeyen yönleri varsa da Dormael’in dokunuşlarıyla aynı senaryo bile bambaşka bir hal alırdı. Konu ve olay örgüsü itibariyle uzak akraba olduklarını söylemekle yetinerek övgüler düzmeye başlayayım.


Su gibi akan bir senaryo düşünün, bir bedensel ve zihinsel farklılığı  ele alsın, geri planda aile meselesini anlatsın, bir yandan da akıcılıktan asla ödün vermesin. Sinema dünyasında başlı başına eksikliğini hissettiğimiz bir durum. Jaco Van Dormael masalsı anlatımı seven bir yönetmen olduğu için yani temelde nasıl anlatacağını, neyi anlatacağına tercih ettiği için izleyici için büyük bir duygu boşluğuna derman oluyor.


Yakınları tarafından bir özel eğitim merkezine gönderilen down sendromlu Georges (Pascal Duquenne), Dünyayla bağlarını daha güçlü kılmak için çıktığı yolculukta Harry’le (Daniel Auteuil) karşılaşır. Ailesiyle ciddi sorunları olan ve onlardan uzakta yaşayan bir iş hayatı gurusu olarak insanlar hakkında ezber ahkam kesen Harry, yolda karşılaştığı bu genci bırakamaz ve zamanla onun en iyi dostu olur.


Harry’nin pazarlama ve müşteri davranışları konusunda verdiği seminerlerde sıkça tekrarladığı cümle şu ‘’ Kimse kaybedenlerin yanında yer almak istemez, herkes kazananları sever’’. Bir modernizm mottosu film içinde sakız gibi çiğnenerek kendi kendinin iflasına yol açıyor. Mesaj kaygısına bulaşmadan kararkterlerin birbiriyle kurduğu ilişkiyle iletilen bir hoşluk bu. Sevmeyi öğrenmek sadece bir bahaneye bakıyor ya da bir tesadüfe, Dormael’in sineması bu ilkeye dayanıyor ve bu anlamda sinematografisinde başka bir yerde duracak bu film.


Filmin Fragmanı

11 Haziran 2016 Cumartesi

Toto le heros / Kahraman Toto 1991

Mutlu intikam


Güzel filmlere rastlayıp birbirimize öneriyoruz, fakat kulaktan kulağa yayılan bu tür filmlerin pek kıymetli yönetmenlerinin geçmişte yaptığı işlere dönüp bakma zahmetine giren pek az sayıda izleyici var. Halbuki geride hazine bulma ihtimali o kadar sık bir biçimde gerçeğe dönüşüyor ki, şaşar kalırsınız. Yeni Ahit, 2015'in önemli filmlerinden biriydi, çok beğenmiştim. Geçmişe dönüp bir bakmak istedim.  Jaco Van Dormael neler çekmiş diye bakarken Kahraman Toto’ya rastladım.



Jaco Van Dormael’in ilk uzun metrajlı filmi Kahraman Toto, oldukça özgün bir film. Yönetmenin çok sayıda kısa film çekmiş olmasından mıdır bilinmez, filmde teknik anlamda bir acemiliğe rastlamadım. Teknik olarak zaaf içerisinde olsa bile içine çeken muhteşem konusuyla bunu görmezden gelirdim zaten. Kahraman Toto kesinlikle son zamanlarda izlediğim enteresan filmlerden biri oldu. İnsanın tuhaf hislerine yıllar geçse de içinde kalan hasrete bakış oldukça etkileyiciydi.


Zor bir çocukluk geçiren Toto’nun (Michael Bouquet, Jo De Backer, Thomas Godet) Alfred’le (Peter Böhlke, Didier Ferney, Hugo Harold-Harrison) olan çekişmesi doğdukları güne rastlamaktadır. Aynı gün ve aynı saatte doğan çocuklar arasındaki sınıf farkına rağmen Evelyn’in  (Sandrine Blancke, Gisela Uhlen, Mireille Perrier) Toto’yu tercih etmiş olması Toto’yu kahraman gibi hissettirmektedir. Evelyn’in bir yangınla birlikte ortadan kaybolması  Toto’yu yıksa da yıllar sonra karşısına çıkan kadının Evelyn olduğuna emindir. Aşkının yanı sıra hayatını Alfred’den intikam almaya adayan Toto, hem çocuk hem genç bir adam hem de bir ihtiyar olarak hep aynı şeyleri arzular.



Kişi yedisinde ne ise yetmişinde de odur deriz. Jaco Van Dormael’in film hikayesi buna dayanıyor işte. Fakat nasıl naif, nasıl zekice anlatılmış bir film olduğuna siz de tanık olacaksınız. Tuhaf komedi anlayışıyla insanı sarsmak gibi bir alışkanlığı olan Dormal’in bu ilk filmini izlemek güzel bir günün sebebidir. Ona göre iyi seyirler.

Filmin Fragmanı

26 Mayıs 2016 Perşembe

Le tout nouveau testament / Yeni Ahit 2015

 Azizeler, meczuplar, havariler


Yeni Ahit, geçtiğimiz senenin önemli filmlerinden biriydi ve şu sıralarda ülkemizde gösteriliyor. Festivalleri ve sinema dergilerini halihazırda takip edenlerin oldukça aşina olduğu filmin yönetmeni Belçikalı Jaco Van Dormael. Sinemada umut veren bir filme her rastlayışımda aklıma Yusuf Atılgan’ın sinemadan çıkmış insanı anlattığı o müthiş pasaj geliyor. Elbet bir yerde bulur okursunuz. Bu filmi, mesela, Beyoğlu'nda izleyip o kalabalığa karışma anında içine düşülen hayal kırıklığının tarifi yok. 



Yapım sonrası aşama denilen bir süreç var sinemada. Görüntülerin biçimden biçime sokulduğu bu aşamanın iyi örnekleri özellikle fransız sineması tarafından sıkça veriliyor. Jaco Van Dormael de bu ekole oldukça yakın bir iş çıkarmış. Konu itibariyle yakın bulduğumuz çok örneği olan bir fantazya aslında bu film, ama aynı zamanda senaristlerden biri de olan yönetmen bu filme ayrı bir söylem eklemiş. Erkeklerin içine ettiği bir dünyayı kadınlara emanet ederek filmini diğerlerinden sağlam bir biçimde ayırmış.


Yeni Ahit aslında hristiyanlık kodlarına hakim olanlarca daha rahat kavranabilecek bir film. Yeni Ahit’i terimsel olarak Tanrı ile insan arasındaki sözleşme gibi yorumlayabiliriz. Film de buna benzer bir şekilde ilerliyor. Elbette amaç filmin sonuna doğru daha da belirginleşiyor. İnsanın bazı şeyleri bilmesinin ona vereceği zararlar üzerine bir film diyip geçemiyoruz bu filmi, zira sonuna doğru ortaya baskın bir biçimde çıkan tanrıçalık iradesi ile film kendisini kadınlara adamaya karar veriyor. Tanrının insan şeklinde tasvir edilmesi ya da bir insana tanrılık bahşedilmiş olması ülkemizde pek hoş karşılanmayacağı için filmin iyi bir gişe yakalaması güç.



Soyut bir tavrı olduğu için filmin konusuna dair bir şey söyleyemiyorum. Ya her şeyi anlatmam gerekiyor ya da en azından özet geçmemem. İnsanın kendi kaderi hakkında bilgi sahibi olması son derece yıkıcı. Bu tema tanıdık demiştim, ama bir de şöyle bir gerçek var ki eski çağlarda, daha doğrusu kadim çağlarda kadının geri planda tutulmuş olmasından sıkça dem vurduğumuz halde günümüzde moderniteyle birlikte kadının durumunun hiçbir değişikliğe uğramadığını unutmuş haldeyiz. Unutkanlıklarımıza iyi gelen, son derece iyimser ve gününüzü güzelleştirecek bir film Yeni Ahit. Sevdiklerinize tavsiye edin.

Filmin Fragmanı