Maymun Davası
Inherit the Wind (Rüzgârın Mirası), 1925'te Amerika'nın Tennessee eyaletinde görülen ilginç bir davadan esinlenir. Davanın şöhreti eyalet sınırlarını aşıp bütün ülkenin gündemine düşer, adeta magazinel bir konu halini alır. Genç bir öğretmen, daha önce bu konuda uyarılmış olmasına karşın, biyoloji dersinde müfredatın dışına çıkma pahasına Darwin'in evrim teorisinden bahsedip, öğrencilerine maymunlar üzerinden somut bazı örnekler verir. Öğretmene açılan kamu davası, dönemine göre epey yüksek bir meblağ olan 100 dolarlık cezanın yanı sıra kovuşturmayla sonuçlanır. John Scopes adlı öğretmenin adıyla basına servis edilen dava, önce The Scope's Trial (Scope Davası) olarak adlandırılsa da bugün hatırlanan adını alması uzun sürmez: Maymun Davası. Filmin dayandığı konu işte bu. Amerikan sinemasının 50'li ve 60'lı yıllarına damga vurmuş yönetmenlerden biri olan Stanley Kramer, kıyıda köşede kalmış, ya da sadece meraklısının bildiği birkaç olağanüstü, birkaç çok iyi, azımsanmayacak kadar da iyi filmle aramızdan ayrıldı. Aktif film yaşantısı boyunca çektiği neredeyse bütün filmlerini görmüş biri olarak Inherit the Wind filmini adalet ve mahkeme temalı filmler kategorisinde 12 Angry Men ve Witness For the Prosecution gibi filmlerle birlikte anmak gerektiğini düşünüyorum.
Oregon'un Hillsboro şehrindeki bir lisede biyoloji dersi veren Bertram T. Cates (Dick York), muhafazakâr bir kasabada yaşayan öğrencilerine Darwin'in Evrim teorisinden bahsetmektedir. Kilisenin etkisi altındaki kasaba halkı bu duruma dayanamaz ve sonunda Bertram T. Cates'e kamu davası açılır. Tüm ülkenin gündemine düşen olayda biyoloji öğretmenini savunmak, ülkenin en ünlü avukatlarından biri olan Henry Drummond'a (Spencer Tracy) düşer. Senatör Matthew Harrison Brady (Fredric March) haklı galeyana getirip, öğretmeni cezalandırmak ister, azılı rakibi Henry Drummond ise argümanlarıyla Brady'i saf dışı bırakmaya çalışacaktır.
Demokratların kazandığı şehirleri de kapsayacak biçimde, Amerika'nın 50'li ve 60'lı ve hatta 70'li yıllarını göz önüne aldığımızda esasında cadı avı, yaygın cehalet ve antikomünizmin epey etkili olduğunu biliyoruz. Bugün birtakım eleştirel filmler çekiliyor olsa da din ve kilise eleştirisi büyük bir meseleydi. Elbette şu ya da bu şekilde komünist Sovyetler Birliği'yle ortak bir düşünceye asla tahammül edilemezdi. Nice filmin montaj masasında finali değişti, nice yönetmene, senariste soruşturmalar açıldı. Fakat yine de bu karanlığı delmeye çalışan kimi yönetmenler ve onların kurcalamayı sevdiği konular bağlamında bazı sinema şaheserlerini izleme şansını bulabildik. Yani bugün ağırlıkla eğlenceli süper kahraman filmleri üreten endüstrinin, epey zorlu yollardan geçmiş olduğunu anımsamak lazım. Stanley Kramer'ın Inherit the Wind filmi, gerçek bir karakter draması örneği. Bazı anlarda akıl almaz diyaloglar barındırıyor, ben olsam şu cevabı verirdim dediğiniz anlarda karakterler akıl okuyup, olanca sertliğiyle o cevabı veriyor. İzleyicisiyle bu bağı kurabilmesindeki ana etken başından sonuna kadar kurduğu güçlü atmosfer ve karakterini mükemmelen tanıtmış olması. Inherit the Wind her anlamda bir gizli hazinedir. Başroldeki efsanevi aktör Spencer Tracy'nin performansını izlemek de cabası.
Filmin fragmanı