Cinepopularica: 90'lar sorgusuna yönelik arama sonuçları
90'lar sorgusu için yayınlar tarihe göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Alaka düzeyine göre sırala Tüm yayınları göster
90'lar sorgusu için yayınlar tarihe göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Alaka düzeyine göre sırala Tüm yayınları göster

8 Mayıs 2021 Cumartesi

Gelincik (2020)

 

Gelincik: Caniler de yanar



gelincik-2020-netflix-orcun-benli-ahmet-mumtaz-taylan-kaan-yildirim-bulent-emrah-parlak-gelincik-film-elestirisi

Orçun Benli'nin altıncı uzun metraj filmi olan Gelincik, pandemi dolayısıyla Netflix'te vizyona giren filmlerden biri. İçinde bulunduğumuz tam kapanma günlerinde Orçun Benli'nin Gelincik filminin arka planındaki hikayeyle tesadüfen aynı günlere denk gelen bir 90'lar hesaplaşmasını YouTube üzerinden izlemekteyiz. Yurt dışındaki Sedat Peker, 90'lı yılların derin devlet sembolü olarak anılan Mehmet Ağar'la hesaplaşırken 90'lara dönüp aslında neler olduğunun muhasebesini tekrar yapmamızı sağladı. Daha doğrusu o yılları bilmeyen, sol geleneğe de hakim olmayan insanların öğrenmesine vesile oldu diyelim. Tüm bu bol şifreli mesajlaşmaların ve omerta dedikleri sessizlik yasasını bozmalarının üzerine Orçun Benli'nin Gelincik filmi tuz biber ekti. Orçun Benli'yle aynı kuşaktanız. Her gün yeni bir suikastın, kundaklamanın, katliamın sistemli biçimde yaşandığı 90'lar, bizim çocukluğumuzu erkenden politik bir oyun bahçesine dönüştürdü. O bakımdan filmin hafızaya yaptığı vurguyu önemli bulduğumu söyleyerek başlamak isterim. Bu anlamda ana karaktere verilen Ayhan adının da suikastçı özel harekâtçı Ayhan Çarkın'dan ödünç alındığına inanıyorum. Filme geçersek, Netflix'in tercih ettiği yerli filmlerde final sürprizini (final twist) ön koşul haline getirip getirmediğini de merak ediyorum. Uluslararası izleyici için yeni dönemde, ana akım bir Türk filmi formu yaratmaya çalışıyorlar sanırım. Geçen ay Kağıttan Hayatlar'ı konuşurken yine bir hafıza-şizofreni ve sürpriz sonlu filmden söz ediyorduk. Azizler keza hafıza üzerineydi. Gelincik filmi bu anlamda iyi bir zeminin üzerine oturdu. Tüm bu olumlu ön izlenimlerin yanında filmle ilgili birtakım olumsuz yorumlarımın da olduğunu şerh düşerek başlamak isterim. 

gelincik-2020-netflix-orcun-benli-ahmet-mumtaz-taylan-kaan-yildirim-bulent-emrah-parlak-gelincik-film-elestirisi

Gelincik, jeneriği dahil, 78 dakikalık süresini oldukça etkin kullanan bir film. Özellikle yerli filmlerin başat sorunu olan ikinci perdedeki sarkma, yani giriş gelişme ve sonuç üzerinden hareket ettiğimizde gelişme bölümünün insanı bezdirmesi, bertaraf edilmiş. Filmin ilk perdesi, yani 15 dakikası, yeni dönem İspanyol polisiyelerinden alışık olduğumuz bir hız barındırıyor. Kurgusu ve özellikle müziğiyle çok farklı bir tür filmi olarak başlıyor. Türe aşina olanlar Oriol Paulo'yu zaten anımsayacaklar. Bir müddet sonra ise olanlar oluyor ve filmin ritmiyle temposunda başka bir tercihe gidiliyor. Yani filmi sanki yönetmenden bağımsız çalışan birkaç kurgucu bağlamış gibi. Halbuki hem kurgu hem de görüntü yönetimi tarafına ciddi övgülerim var. Yerli sinemamız için öne çıkarmak istediğim söylem öncelikle yenilik arayışından kaynaklıdır. Nasipse Adayız için de aynısını söyledim. Yeni ama sarsıntılı bir söz söylemek, garantici bir doğruluktan daha önemli olmaya başladı. Şehirlilerin taşra hikayeleriyle ödüller toplandı. İran ve Sovyet sinemasının mahsulleri alındı, fakat artık çeşitliliğe yer verilmesi şart. Bu bakımdan Gelincik için Orçun Benli'nin çabasını önemli buluyorum. Ancak, filmin aşama aşama farklılaşan bir anlatım biçimi sorunu olduğunu da söylüyorum. Bir diğer mesele ise filmin hikayesi. Finale kadar ara ara karakterin şizofrenisinin ipuçları veriliyor. Finaldeki şaşırtmaca o sebeple cılız kalıyor, ancak hikayenin de başlı başına zayıf ve ilk akla gelen hikayelerden biri olduğu ortada. Karakterin karısı kendi canına kıysın, karakter de kafayı yesin. Biçimdeki övgüm, içerikte kendisini yergiye bırakıyor. Tüm olan bitenin 90'ların bir yanıyla da cümbüşlü tarafını görmezden gelmesi, dış dünyayla ilişki kurmadan soyutlamacı bir atmosfere meyletmesi filmi epey tekrara düşürmüş. 

gelincik-2020-netflix-orcun-benli-ahmet-mumtaz-taylan-kaan-yildirim-bulent-emrah-parlak-gelincik-film-elestirisi

Ahmet Mümtaz Taylan'ın gençliğini Kaan Yıldırım'ın oynaması fikrini biraz tuhaf bulmadım dersem yalan olur. Kaan Yıldırım tercihi, kötülüğün iyi bir surette de görünebileceği tezi üzerine kurulmuş, ama bu da özdeşleşme ve bağ kurma fırsatına ters düşüyor. Temiz bir yüzün kirli işlere bulaşmasını, karakterin acısını, pişmanlığını ve finalde başkalaşmasını izliyoruz. Kirli bir yüze sahip iyi bir aktör sayesinde film kendisini bir nebze kurtarabilirdi. Kaan yıldırım, filmin karanlık tonunu, trajedisini kaldırabilecek bir aktör değil. Filmin hikayesi hakkındaki düşüncem, diyaloglar konusunda da aynı. Özellikle ikinci perdedeki zorunlu durağanlık esnasında karakterlerden, oturmamış tiyatral tiratlar duyuyoruz. Gelincik'in diyalogları benim açımdan büyük bir hüsran oldu. Kaan Yıldırım'ı ne kadar yetersiz bulduysam Ahmet Mümtaz Taylan'ı da o kadar sıkılmış buldum. Rolü ele alırken o karakterin değil de kendisinin bezginliğini izliyor gibiyim son zamanlarda. Nuh Tepesi'ndeki Haluk Bilginer gibi Gelincik'teki Ahmet Mümtaz Taylan da yeteneğini cepten yemeye devam ediyor. Bu arada Ahmet Mümtaz Taylan'ı kesinlikle Haluk Bilginer'le aynı ligde görmüyorum. Ahmet Mümtaz Taylan'ı sadece Uğur Yücel'in Yazı Tura'sında beğenmiştim. Toparlarsam; filmin biçim ve teknik açıdan yenilikçi, içerik ve hikaye anlatıcılığı konusunda bir o kadar yetersiz olduğunu düşünüyorum. Yine de biçimdeki yenilik çabasının çok daha mühim olmaya başladığını eklemek isterim. Hikaye, diyalog, cast çalışması aşılır. Biçimdeki konfor alanını değiştirmek ise epey zaman alır. 

Filmin Müziği



Filmin fragmanı

6 Kasım 2020 Cuma

Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni (1990)

 


Bir zamanlar fırtınalar estirirdim


Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni_cinepopularica.blogspot.com

Yavuz Turgul'un yönetmenlik kariyeri 1984 yılında çektiği Fahriye Abla filmiyle başladı. 1976'dan bu yana senarist olarak ne yazdıysa klasikleşti, ama hangi türde olursa olsun. Sultan, Tosun Paşa, Çiçek Abbas, Davaro, Hababam Sınıfı.. gibi inanılmaz işlere imza attığı bir senaryo kariyerinden söz ediyoruz. Çiçek Abbas'ı Sinan Çetin'in beceriksizliği yüzünden bizzat çektiği bile konuşulur bu arada. 1987 yılında yazıp yönettiği Muhsin Bey'den üç yıl sonra Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni'nde Haşmet Asilkan karakterinin peşinden koştuğu yıldız Müjde Ar'dı. Yavuz Turgul'un ilk filmi olan Fahriye Abla'nın başrolünü de Müjde Ar oynar. Ertem Eğilmez'in has talebesi olan Yavuz Turgul, gerçek hayatta Müjde Ar'a ulaşmakta zorlanmış olmasa da filmine otobiyografik unsurlar serpiştirmesi açısından önemli bir bağlantı noktası sayabiliriz. 

Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni_cinepopularica.blogspot.com

Türk sinemasında Yeşilçam'dan tam olarak nereye geçildi, geçtiğimiz yer ne kadar bağımsız bunu bir başka yazıda tartışmaya açmak isterim açıkçası. Bu değişimin nasıl gerçekleştiğini belgeleyecek olsam sanırım ilk yöneleceğim kaynak Yavuz Turgul olurdu. Yeşilçam, Arzu Film dönemi, Erotik filmler, Arabesk filmler, bomboş geçen 90'lar başı ve nihayet yine Yavuz Turgul'un Eşkıya'sıyla ayağa kalkan sinemamız. Ana akım diye aşağılanan sinemanın ne kadar mühim olduğunu da buraya not alıyorum, yazacağım. Gelelim Yavuz Turgul'un yönetmen personasına. Senaryosunu yazdığı Züğürt Ağa'da son ağa, Yönettiği Muhsin Bey'de son idealist yapımcı, Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni'nde son Yeşilçam yönetmeni, Eşkıya'da son eşkıya, Kabadayı'da son gerçek kabadayı kültü yaratmak üzerine bir formül kullandı. Aslında muhtemelen Türkiye'deki keskin dönüşümü bilmesinden ve bunun tanığı olmasından kaynaklanan ''Artık hiçbir şey eskisi gibi değil'' hissiyatı bu senaryo ve karakter oluşumu şablonuna etki etmiştir. Ancak yine de kendisini tekrarlayan ve gizemini yitirmiş bir model olduğu konusunda ısrarcıyım. 12 Eylül ve Özal dönüşümü Muhsin Bey'de tam anlamını buluyordu. Bunun için de o toplumsal değişim ve vıcık vıcık kirlenme hissiyle birlikte zarafetin yok oluşu karşısında hepimiz ortak bir hüzün yaşıyoruz.

Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni_cinepopularica.blogspot.com

Yeşilçam'ın aranan aşk filmi yönetmenlerinden Haşmet Asilkan, 12 Eylül dönemini de göz önüne alarak toplumcu gerçekçi bir sanat filmi çekmek istemektedir. Müjde Ar'ı filmde oynatma şartıyla bir yapımcıdan para bulur. Müjde Ar'ın iptal olmasıyla yeni oyuncu arayışına giren Haşmet Asilkan, onun yerine Jeyan (Pıtırcık Akerman) adında deneyimsiz bir oyuncuyla, Jön olarak ise Tarcan'la (Oktay Kaynarca) anlaşır ve devrimci karakterini ona emanet eder. Eski bir konakta geçen filmde, Hapisten kaçan iki devrimcinin, görkemli bir konakta yaşayan fabrikatör baba ve kızını rehin alması konu edilecektir. Film setinde işler yolunda gitmez. Önce Fabrikatör baba (Aytaç Yörükaslan) sette ölür, sonra Jeyan'la Tarcan aşkı Haşmet'i derinden yaralar. Haşmet yine de hayatının projesini bitirmek için her şeyi göze alacaktır. 

Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni_cinepopularica.blogspot.com

Haşmet'in Jeyan'a olan aşkı eskinin zanaatkar ama entelektüel olarak cılız yönetmeninin acemi fakat donanımlı yeni kuşak karşısında duygusal hezeyanına dönüşüyor. Haşmet'in özenle seçtiği beyaz türk adı, soyadı, filmin başında gördüğümüz imajı, uydurduğu özgeçmişi, sektörle ilişkileri koca bir yalandır, fakat sonraki on yıllarda sıkça karşımıza çıkacak olan yarı aydın yönetmen figürüne de fütüristik bir göndermedir. Nedendir bilemiyorum, Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni bende hep bir televizyon filmi duygusu uyandırmıştır. Film içinde film hissi yaratmak içindir diye düşünüyorum, belki de daha sonra yapımcısı ve yaratıcısı olacağı Süper Baba dizisinde bu filmden oyunculara yer verdiği için beynim böyle kodluyordur. Bu bahanelere inanmak istiyorum. Çünkü film, Türk sinemasını anlamlandırabilmek adına çok önemli bir köşe taşıdır. Bazı Yavuz Turgul klasiklerinin gerisindeyse de son dönem filmlerinin epey ilerisindedir.


Filmin fragmanı

3 Ocak 2018 Çarşamba

La sconosciuta / Esrarengiz Kadın 2006



Kızım olmadan asla



Giuseppe Tornatore, çağının kültür sanat eğilime ayak uydurmayı başarabilmiş bir yönetmen. Dönemin gerektirdiklerini harfiyen uyguladığını veya konformist olduğunu söylemiyorum. Filmlerine baktığımızda politik 80'ler, dönem destanlarına dümen kıran 90'lar ve kentli-global kriz karakterleri içeren 2000'ler görürüz. Bu aynı zamanda genel eğilimlerle örtüşür. Mesele şudur ki Tornatore bu dönemlere yön verebilmiş yönetmenlerden biridir. Vitrindedir, takip ettiklerini özgün bir şekilde devam ettirir, takdir görür. Esrarengiz Kadın, önceki Tornatore filmlerinden Şüpheli ile yapısal benzerlikler taşıyor. Bu benzerliği açıklayacağım fakat kurgusu ve sosyal mesajıyla gerçek bir 2000'ler klasiği olan Esrarengiz Kadın'a bakalım öncelikle.


Ukrayna'da hayat kadını olarak çalışan Irena (Kseniya Rappoport), doğumdan sonra kendisinden alınan kızının (Clara Dossena) peşine düşer. Kızını sahiplenen ailenin temizlikçisi olan Irena, onu geri alabilmek için her şeyi göze alır. Ukrayda'da kendisini seks kölesi olarak çalıştıran Muffa (Michele Placido) da bu sırada Irena'nın peşine düşer. Irena hem Muffa'dan hem de kızını sahiplenen aileden kurtularak kızına kavuşmaya çalışacaktır.


İzlemeyenler için konudan bahsetmem gerekiyor. Bu yüzden genellikle ikinci paragrafta anlatıyorum. Film, gizem dolu başlıyor ve Irena'nın neyin peşinde olduğunu uzun müddet anlamıyoruz. İlginç olan şu ki filmin sonunda da kızın kendisine ait olup olmadığını bilmiyoruz. Güçlü bir tahminle onun kızı olduğunu hissediyoruz, zira büyüdükçe ona benziyor. Film bu anlamda bir bulmacayı tamamlama üzerinden değil de hayat kadını olup yaşamı elinden alınan bir kadının dramı üzerinden okunduğunda anlamlı oluyor. Şüpheli ile bağlantısı işte tam bu noktada başlıyor. Biz Şüpheli'de suçluyu değil çözülmeyi izledik, birtakım şüphelerimiz vardı ama suçluluğa emin olamadık. Bu bakımdan izleyiciyi filmin finalinden sonrasına da dahil eden başka bir Giuseppe Tornatore filmi olarak görüyorum Esrarengiz Kadın'ı.


Filmin Fragmanı

11 Haziran 2016 Cumartesi

The Silence of the Lambs / Kuzuların Sessizliği 1991

Çek bir Big Five



Amerikan sinemasının başka türlü bir üretkenlikle sinema salonlarında rekor üstüne rekor kırdığı yıllardı 90’lar.  1991 yapımı Kuzuların Sessizliği  ise bu yılların sembol filmlerinden biri. Oscar Ödülleri’nde Big Five olarak nitelendirilen en büyük beş ödülü alan üç filmden biri olarak da sinema tarihine başka bir damga vurmuş bir başyapıttır Kuzuların Sessizliği. Bu tür filmleri ara ara izlemeyi, belleğimde eksik kalmış noktaları tamamlamayı seviyorum. Defalarca izlemiş olmama rağmen bir gece vakti, beni ürkütmesine yeniden izin verdiğim bu filmi sizlere de hatırlatmak istedim.


Gerilim dozu yüksek filmlerde seyirciyle sürekli olarak oyun oynamaya dayalı bir reji göze çarpar. Özellikle gerilimin zirve noktasında sese dayalı bir korkutma eğilimi vardır. Yönetmen Jonathan Demme bu bakımdan övgüyü hak ediyor.  Filmin, romandan uyarlanmış olması elbette bir anlamda kılavuz vazifesi görmüştür ama yönetmenin filmi güçlü dramatik bütünlük içinde tutabilmesi ve gerilimi bu alana yedirmesi gerçekten film üzerinde mucizevi bir etki yaratmış, zira romandan uyarlanan nice filmin heba oluşuna tanık olmuşuzdur.


Başarılı bir öğrenim geçmişine sahip FBI stajyeri Clarice Starling (Jodie Foster), FBI şefi Jack Crawford’un (Scott Glenn) isteğiyle yamyam katil olarak nam salmış olan Hannibal Lecter’ı (Anthony Hopkins) yüksek güvenlikli hücresinde görmeye gider. Genç kadınların derisini yüzüp kendisine kusursuz bir kadın bedeni yaratmaya çalışan Jame Gumb (Ted Levine) hakkında Hannibal’dan bilgi almaya çalışan dedektifler, Hannibal’ı ellerinden kaçırır, ancak Gubm, Clarice’in çabasıyla yakalanacaktır.


Hikayenin işlenişinde hiçbir karmaşa yok. Her şey olanca titizliğiyle kurgulanmış ve çekilmiş. Hollywood filmlerinde teknik olarak bir kusur bulmak zaten oldukça güçtür, zira teknik yetkinliklerinin alt eşikleri bile dünyada standart haline gelmiş bir ülke sinemasından bahsediyoruz. Kuzuların Sessizlini özel kılan şey ise bu noktada içeriğin mükemmelliği ve olayı kavrayış biçimi. Kusursuz bir zekaya sahip bir seri katili daha fazla abartmak yerine psikolojik dramayı anlaşılır kılma çabası, bu filmin en özel yanı bana kalırsa. 



Bilindiği gibi Anthony Hopkins bu filmle en iyi erkek oyuncu dalında Oscar kazanmıştı. Herhalde son otuz yılın en tartışmasız oyuncu ödülü bu olmuştur. Aslında filmde toplasan 15 dakikalık bir rolü olsa da kendisini her ana yayan, üstün bir oyunculuk sergiliyor. Jodie Foster için de benzer şeyler söylemek lazım. Hem güzelliği hem muhteşem bir oyunculuğu söz konusu. İzleyici tercihleri ilginçtir. Nice sinema sevdalısının ne filmleri henüz izlemediğini bilirim. Kuzuların Sessizliğini duyup da izlememiş olanlara tavsiyemdir.

Filmin Fragmanı