Cinepopularica: Nomadland (2020)

6 Şubat 2021 Cumartesi

Nomadland (2020)

 3 dakika okuma süresi


Rüzgardaki kökler


Nomadland (2020)

Fern (Frances McDormand), minibüsüne biner ve What Child is This? ilahisini mırıldanarak hikayesini anlatmaya başlar. Bu, tanrıya ve doğaya sığınma temalı meşhur bir yalnız çoban ilahisidir aynı zamanda. Nomadland, sinemaseverlerin uzun süredir gösterime girmesini bekledikleri bir film. Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan, Toronto Film Festivali'nde People's Choice Award (Halkın Seçimi) ödüllerini kazandıktan sonra beklenti ister istemez arttı. Birçok sinema yazarı tarafından 2020'nin en iyi filmi olarak lanse edildikten sonra filmin etrafındaki merak halkası daha da büyüdü. Vizyonu merak konusu olan film, önerilmeyen mecralarda gösterilmeye başlanınca bir şekilde hakkındaki yazılar çiziler de kendilerini göstermeye başladı. Amerika Kıtası içinde katıldığı hemen her festivalden bir şekilde ödülle dönen film, daha çok başrol oyuncusu Frances McDormand'ın eşsiz oyunculuğuna atıf yapılarak öne çıkarılmıştı. Şimdiye kadar kazanılan ödüllerin ağırlığına dayanarak bu yıl bir şekilde gerçekleştirilmeye çalışılan Oscar ödül töreninde muhtemelen en iyi kadın oyuncu ödülü Frances McDormand'a gidecek. Çinli kadın yönetmen Chloé Zhao tarafından Jessica Bruder'ın aynı adlı kitabından uyarlanan film, kahramanın yolculuğu temasına ve klasik drama çatısına kökten karşı gelen bir varoluş anlatısı. Bu anlamda klasik anlatıya ve bilhassa aksiyona meyleden seyirciyi büyük hayal kırıklığına uğratacağına şüphe yok. Ancak, varoluş anlatılarına karşı özel ilgi duyan benim gibi sinemaseverler için bile, filmin kimi yönlerden ciddi ciddi eleştirilecek, tatminsizlik yaratabilecek yanları olduğu su götürmez bir gerçek.

Nomadland (2020)

Nevada kırsalında uzun yıllardır istihdam yaratan bir alçıpan şirketinin iflasının ardından yersiz yurtsuzlaşıp minibüs ve karavanlarında yaşam mücadelesi veren bir grup insandan biri de Fern'dür. Sadece ufak ve soğuk minibüsüne değil, hayata da sığmakta zorlanan Fern (Eğrelti otu anlamına geliyor) yerleşik bir ev düzenine geçmeye ısrarla karşı gelerek boşlukta ve tek başına olmanın akışına kendisini kaptıracaktır. Chloé Zhao' nun kurduğu dünyada Fern yani Frances McDormand harici ünlü bir oyuncu bulunmuyor. Diğer oyuncular kendi adları ve çoğunlukla kendi dünyalarıyla filmin bir parçası oluyorlar. Bu anlamda filmin belgesel gerçekliğini arayan ve bir şekilde kurgunun temsil dünyasını yıkmayı hedefleyen güçlü bir tarafı olduğunu söylemeye gerek kalmıyor sanırım. İşte tam bu noktada hedeflenenle var olan arasında derin bir boşluk yaşadığımı söylemeliyim. Filmin dramadan uzaklaşma iddiası çoğu kez izleyiciyi dramaya ve yalnızlık pornosuna iten müzikal bir estetikle hasara uğratılıyor. Yani boşlukta salınan bir karakter için sürekli ''Bakın ne kadar çaresiz, ne kadar da yalnız'' diyen bir alt metin söz konusu. Ama daha da önemlisi filmin politik argümanının sakat oluşu. Yoksulluk ve çaresizlik, Zhao'nun evreninde tercih edilen bir şey gibi anlatılıyor. Tercihen yalnızlık, tercihen yoksulluk, tercihen tecrit. Son derece sorunlu ve küstah bir bakış açısı olduğunu düşünüyorum. Fern, Amerikan sinemasında eşi benzeri olmayan bir karakter değil. Müthiş emsallerini sayabiliriz. Mesela 1970 yapımı Bob Rafelson şaheseri olan Five Easy Pieces filminde  boşlukta salınan işçi sınıfından Robert'in kurgusal yaşamı, Nomadland'de  Fern tarafından devralınıyor diyebiliriz. İki film arasındaki duygudaşlık bu manada Amerikan sinemasının güçlü birer reddiye örneği olarak ortaklaşıyor. Yalnız, bu noktada kadın karakterin tercih edilmiş yalnızlık ısrarı görece yeni bir fikir ve dönemin ruhuna da son derece uygun. Bunu şerh olarak düşmekte fayda var. Karakteri kadından seçerek her türlü sınıfsal çarpıklığı meşru gösterebileceğimiz yeni bir dönem var ne de olsa!

Nomadland (2020)

Fern karakterini genellikle sabit kamerayla, minimalizmin sularında izlediğimiz için bahsettiğim belgesel gerçekliği arayışı bu noktada görsel olarak da geri planda kalıyor. Fern'le ve onun hem sınıfsal hem de iradi yalnızlığıyla ortak olma biçimimiz Dardenne Kardeşler'in yaptığı gibi bizi o dünyanın içine çeken bir tavırdan yoksun. Yönetmen Chloé Zhao'nun kamera tercihleri izleyiciye bunun bir drama olduğunu gizliden gizliye telkin ediyor. Yalnızlık anlarında devreye giren duygu yüklü müzikler de cabası. Bunlar benim gibi Avrupa sinemasıyla teması güçlü olan izleyiciler için ayrıntı olarak da nitelenebilir. Kişisel bir izleme deneyiminden söz ediyoruz sonuçta. Amerikan bağımsız sinemasının Avrupa sanat sinemasının teknik kodlarıyla bire bir örtüşmesi de gerekmiyor. Sonuçta filmin, her şeye karşın sinema salonlarında, platformlarda ve yıllar sonrasında yine Amerikalı izleyiciyle temas kurabilecek yönlerinin olması elzemdir. Karaktere başka bir biçimde yaşamın imkanı sunuluyor, bir aile ortamında yaşama fikrini birkaç defa duyuyoruz. Fakat karakterimiz bunlara itibar etmeyen bir ruha sahip. Özgür irade ve yolda olma hakkını birinci ağızdan duyurması, iyiliğe ve kötülüğe dair tarafsızlığı bu filmi sınıfsallıktan koparıyor. Acıklı müzikler ve gün batımı detaylarıyla tam olarak neye içimizin parçalanmasını istedikleri ise meçhul.  Filmde yalnızlar da, aileler de, göçerler de, yerleşikler de aynı oranda mutlu ya da değil. Son yıllarda Dogman'daki Marcello Fonte'nin muhteşem performansıyla birlikte anabileceğim en iyi oyunculuk performanslarından biri Frances McDormand'a ait. Bahsettiğim her şeyin ötesine bu güzide oyuncunun hikayeyi zenginleştirme çabasını yerleştiriyorum. Oscar ödülü hem Frances McDormand'a hem de Çinli çelik milyarderinin kızı Chloé Zhao'ya hayırlı olsun. 

Filmin fragmanı