Cinepopularica: Gene Hackman sorgusuna yönelik arama sonuçları
Gene Hackman sorgusu için yayınlar tarihe göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Alaka düzeyine göre sırala Tüm yayınları göster
Gene Hackman sorgusu için yayınlar tarihe göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Alaka düzeyine göre sırala Tüm yayınları göster

26 Aralık 2017 Salı

The Birdcage / Kuş Kafesi 1996


Tutmuş bir parodinin parodisinin parodisi



Jean Poiret'nin aynı adlı oyunundan sinemaya uyarlanan Kuş Kafesi, Mike Nichols filmografisi içerisinde sadece komedi ya da saf komedi olarak tanımlayabileceğimiz tek film. Filmi daha önce izlememiştim, bir şey kaybetmemişim. Elbette ülkemizdeki kaba saba özensiz komedi filmlerine oranla her anlamda kaliteli bir yapım olduğunu eklemekle birlikte, Mike Nichols'ün serüvenine yakıştıramadığım yeni bir film Kuş Kafesi. Sinema için değilse de tiyatro sahnesinde cazip bir seyirlik olabileceğini eklemek isterim.  


Evlenmeye karar veren Barbara (Calista Flockhart) ve Val (Dan Futterman) önlerindeki en büyük engeli aşmaya çalışmaktadır. Val'un eşcinsel kabare işleten ve bunu yaşam tarzı haline getirmiş olan babası Armand Goldman (Robin Williams) toplumsal ahlakı sorgulayan yeni oyununa çalışırken, Barbara'nın senatör babası Kevin Keeley'in (Gene Hackman)başı katı ahlaki değerleri savunması yüzünden büyük beladadır. Bu iki ucu bir araya getirip evliliğe adım atmak oldukça zor olacaktır. 


Bildiğiniz gibi anne kılığına bürünmüş adamlar, yolunda gitmeyen tanışmalar, telaşla saklanan sırlar sinema ve özellikle dizi seyircisi için fazla sıradan, hatta 1950'lerden beri Amerikan mizahının temel taşı bile diyebiliriz. Robin Williams kabarenin her şeyi rolünde yere göğe sığdırılamayacak bir oyunculuk sergiliyor. Sevgilisi rolünde Nathan Lane ve Hank Azaria da öyle. Kabare tarafında oyunculuklar oldukça renkli. Belki de filmi izlenir hale getiren de sadece bu. 


Filmin Fragmanı

7 Temmuz 2016 Perşembe

Target 1985


Bana bir masal anlat baba


Arthur Penn dosyasını Target’la bitiriyorum. Bu filmden sonra bir iki deneme ve birkaç televizyon filmiyle  birlikte kariyerini bitirmiş ve 2012 yılında da hayata gözlerini yummuştu bu büyük usta. Target, aslında kendi açısından da yıldız bir isimle gerçekleştirdiği son filmi. Ara ara, neden çok önemli bir yönetmen olduğuna dair atıflarda bulundum, tekrarlamakta fayda yok. Neredeyse tüm büyük Amerikalı yönetmenler bir vazgeçilmez oyuncuya sahip, Arthur Penn finalini de en çok çalıştığı oyuncu olan Gene Hackman’la yapıyorum.


Target, günümüz seyircisi için pek fazla anlam ifade etmiyor. Bu blogun takipçileri şunu bilir ki filmleri dönemleriyle ele alıp, eleştirimin köşelerini törpülemeyi bu ustalara bir borç bilirim. 1985 sonbaharında İstanbul’un bir sinema salonunda izlediğimi düşünerek izlediğimde, Target’ın o dönem hem aksiyon hem de konu bakımında pek az rakibi olduğunu düşünüyorum. Ayrıca derinden derinden ilerleyenbabalar ve oğlullar meselesi filmin temel meselesi. Filmin, bir ara James Bond filmlerine göz kırptığını söylersem abartmış olmam hatta, ama;  işte bu amayı son paragrafta açıklayacağım.


Walter Lloyd (Gene Hackman), Dallas’ta eşiyle (Gayle Hunnicutt) birlikte huzurlu bir aile yaşantısı sürdürmektedir. Eşinin bir iş gezisi için Paris’e gideceği gün, ergenlik sonrası evden ayrılan asi oğlulları Chris (Matt Dillon) de onlara katılır. İki gece sonra çalan bir telefonla birlikte eşi Donna’nın kaçırıldığını öğrenen Walter, oğluyla birlikte Paris’e gider. Büyük bir kumpasın ortasında kalan Walter’ın, CIA bağlantılı geçmişine ait sayfalar açığa çıkar.



Aksiyon, oyunculuk ve hikaye tam anlamıyla yerli yerinde. Oldukça kolay anlaşılan ve hazmedilen bir Arthur Penn filmi Target. Tüm bunlar filmin işlerliği açısından muhteşem noktalar olmasına rağmen Arthur Penn’in son derece piyasa bir isle kariyerine nokta koymasına kendisi açısından üzüldüm. Açıkçası bu türün de bir yerine çomak sokmasını bekledim. Yeni palazlanan bu tür sinemaya ayar çekmesini bekledim, ama nafile. Target son derece sürükleyici ve güzel bir film, fakat iyi bir Arthur Penn filmi değil. İyi seyirler.


Filmin Fragmanı


Night Moves / Gece Kımıltıları (1975)


Başımda bir tuhaflık


Night Moves / Gece Kımıltıları  (1975)

Gece Kımıltıları adıyla çevrilmiş ve televizyonlarda bu isimle oynamış bir filmden bahsedeceğim. Ben, kımıltılı isim yerine müsadenizle kendilerine orijinal isimleriyle hitap etmek istiyorum. Bereketli ve efsanevi 70'lerden gelen Night Moves, Arthur Penn sinemasının tansiyonu en sağlam ve belki de en sanatsal filmi. 1973'te çekilen filmin neden ancak 1975'te vizyona girme şansı yakalayabildiğini son paragrafta anlatacağım. Ancak önce, 70'li yıllar Amerika sineması söz konusu olduğunda çıtayı belirleyen ve ikinci kuşak kara filmlerin öncülerinden biri olan Night Moves' un konusuna göz atalım.

Night Moves / Gece Kımıltıları  (1975)

Harry Moseby (Gene Hackman), özel hayatında sorunları olan, eşi tarafından aldatıldığını öğrenen bir özel dedektiftir. Tüm bu çalkantılara rağmen sakin kalmayı başaran Moseby, kendisini işine verir. Bir sinema yıldızının ortadan kaybolan kızını bulmak için yeni bir araştırmaya başlayan dedektif Moseby, olayın üzerine gittikçe kendisini tehlike çemberinin tam ortasında bulur. 

Night Moves / Gece Kımıltıları  (1975)

Arthur Penn, otorite tarafından köşeye sıkıştırılmış insanların dünyasını anlattı, biz izledik. Night Moves'ta ise suçluların dünyasından bir kahraman yerine suçun izini süren bir dedektifle karşımızda. Özneyi değiştiriyor, bu kez kaçanı değil de kovalayanı köşeye sıkıştırıyor. Tür sineması klişelerini nasıl değiştirebileceği üzerine sürekli kafa yorduğunu, daha önce The Missouri Breaks yazımda anlatmıştım. Girişte bahsettiğim gibi film aslında 1973 yılında vizyona hazır hale getirilmiş, fakat o sırada henüz 16 yaşında olan Melanie Griffith'in karakteri için yazılan çıplak sahneler, vizyonun ertelenmesine sebep olmuş. Melanie Griffith'in 1975 yılında 18 yaşına girmesiyle birlikte bu sahneler çekilip, film vizyona girmiş. Yine 1976 yılında vizyona girmiş olan Taxi Driver filmi de Jodie Foster yerine, birçok sahnede aynı zamanda figüranı olan, ablasını kullanarak kuralların kıyısından dolaşmıştır. 70'ler Amerikan sineması her anlamda tuhaf çekim hikayeleri barındırıyor. Gene Hackman'ın harikalar yarattığı Night Moves aynı zamanda büyük film eleştirmeni Roger Ebert'in Great Movies listesinde yer almaktadır. 


                                                        Filmin Fragmanı

28 Haziran 2016 Salı

Bonnie and Clyde 1967


İşte biz o gün tükeneceğiz


Bonnie and Clyde 1967

Yönetmeninden daha meşhur olmuş filmlerden biriyle devam ediyorum, Suç filmleri türünün zirve örneklerinden biriyle. Sinemayla ne düzeyde ilgileniyor olursanız olun bu filmin afişi bir yerlerden gözünüze çarpmıştır. Hadi diyelim bir şekilde belleğiniz silindi ve film izlemeye yeniden başladınız. Bonnie ve Clyde’a bir şekilde rast gelmemiş bir izleyici olarak mutlaka ondan ilham alarak çekilmiş en az beş filmi çok severek izlemişsinizdir. İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa'dan Hollywood'a zorunlu transfer olup kara film türünü 50'ler 60'lar sinemasının merkezine koyan büyük yönetmenler çağını biliyoruz. Arthur Penn, kara film türüne saplanmış Amerika sinemasını bir şekilde kendi kodlarıyla çeşitlendirmiş yönetmenlerin başında geliyor. Elia Kazan'ın, tiyatral oyunculuk kalıplarını yıkıp Amerikan sinemasının kaderini değiştirmesinden bir kuşak sonra sinemaya başlayanlardan biri de Arthur Penn'dir.  Bonnie ve Clyde ise bizim sinemamızda Yeşilçam'da epey yerelleştirilmiş! iç edilmiş, hattaYılmaz Güney’le bile temas kurmuş klasiklerden biridir. Bizdeki örneği aşarak Dünya sinemasında da azımsanmayacak etkiler yaratmış gerçek bir öncüdür.

Bonnie and Clyde 1967

Silahlı banka soyguncusu olarak tüm Amerika'da büyük nam salmış olan Clyde (Warren Beatty), garson olarak çalışan ve hayatından memnun olmayan Bonnie’yi (Faye Dunaway) oldukça etkiler. Suç dünyasının orta yerine bir anda giriveren Bonnie de bundan böyle bir banka soyguncusu olarak anılmaya başlar. Birlikte gerçekleştirdikleri birkaç soygundan sonra ekibe katılan ufaklık C.W.Moss da (Michael J. Pollard) onların güvenliğine yardımcı olma görevini üstlenir. Clyde’ın abisi Buck (Gene Hackman) ve onun eşi Blanche’ı (Estelle Parsons) da planlarına dahil eden Bonnie ve Clyde, polisin arananlar listesinin zirvesine oturur ve artık büyük şöhreti birlikte paylaşırlar. 
Filmin kahramanları, 1930’lu yıllarda gerçekten yaşamış, büyük ekonomik buhran döneminde Robin Hoodvari soygunlar gerçekleştirerek halkın gözünde kahraman olmuş. Arthur Penn, filmde ülke çapına yayılan kahramanlıktan söz etmeyi epey geri planda tutmuş. Bir film gerçekliği içinde sadece kahramanların kendi dünyalarına odaklanıp suçun özüne inmeye çalışmış. Amerika'da reklamcılığın ve daha geniş ölçekte kapitalizmin o yıllardaki varlığını işaret etmek için filmde sık sık marka amblemlerinin sloganlarının olduğu tabelalar gösteriliyor. Bunun ayrıca filmin sponsorluk anlaşmalarıyla ilgili olup olmadığıyla ilgili bilgi bulamadım. 

Bonnie and Clyde 1967

Gerçek hikayeden esinlenip, gerçek isimlerle karakter odaklı dünya yaratmış bir film olarak tanımlayalım Bonnie ve Clyde'ı. Arthur Penn de dönemin ruhuna kısaca değinip riskli alanın kenarından yürümüş bu anlamda. Amerika'da 60'lı yılların sonunda bankadan soyup halka dağıtan, ufak da olsa solu, sosyalizmi, komünizmi çağrıştırmakla nitelenebilecek bir film çekmek epey zor. Yönetmenin arka planda olup bitenleri göz ardı etmesinin sebebi bu. Üstü kapalı verebileceği en büyük mesaj solcu kimliğini saklamayan Warren Beatty'yi başrolde oynatmış olmasıdır muhtemelen. Arthur Penn sineması yıldız oyuncu kavramıyla pek barışık bir sinema olmasa da Faye Dunaway filmde arzu nesnesi olarak da önemli bir yerde, ve çok güzel. Takip'te olduğu gibi Bonnie ve Clyde'ta da dar alanlara sıkışıp kalan bir grup insanın hikayesi anlatılıyor, bu anlamda tutarlı bir dizgede yol alıyoruz. Arthur Penn'in mekana ve insanın kaçınılmaz mağlubiyetine bakışını saf hali bu filmde saklı. Görmek isteyenler, sinema tarihinin en unutulmaz finallerinden biriyle de karşılacaklar. 


Filmin Fragmanı