Bana bir masal anlat baba
Arthur Penn dosyasını Target’la bitiriyorum. Bu filmden sonra bir iki deneme ve birkaç televizyon filmiyle birlikte kariyerini bitirmiş ve 2012 yılında da hayata gözlerini yummuştu bu büyük usta. Target, aslında kendi açısından da yıldız bir isimle gerçekleştirdiği son filmi. Ara ara, neden çok önemli bir yönetmen olduğuna dair atıflarda bulundum, tekrarlamakta fayda yok. Neredeyse tüm büyük Amerikalı yönetmenler bir vazgeçilmez oyuncuya sahip, Arthur Penn finalini de en çok çalıştığı oyuncu olan Gene Hackman’la yapıyorum.
Target, günümüz seyircisi için pek fazla anlam ifade
etmiyor. Bu blogun takipçileri şunu bilir ki filmleri dönemleriyle ele alıp,
eleştirimin köşelerini törpülemeyi bu ustalara bir borç bilirim. 1985
sonbaharında İstanbul’un bir sinema salonunda izlediğimi düşünerek izlediğimde, Target’ın o
dönem hem aksiyon hem de konu bakımında pek az rakibi olduğunu düşünüyorum. Ayrıca derinden derinden ilerleyenbabalar ve oğlullar meselesi filmin temel meselesi. Filmin, bir ara
James Bond filmlerine göz kırptığını söylersem abartmış olmam hatta, ama; işte bu amayı son paragrafta açıklayacağım.
Walter Lloyd (Gene Hackman), Dallas’ta eşiyle (Gayle
Hunnicutt) birlikte huzurlu bir aile yaşantısı sürdürmektedir. Eşinin bir iş
gezisi için Paris’e gideceği gün, ergenlik sonrası evden ayrılan asi oğlulları
Chris (Matt Dillon) de onlara katılır. İki gece sonra çalan bir telefonla
birlikte eşi Donna’nın kaçırıldığını öğrenen Walter, oğluyla birlikte Paris’e
gider. Büyük bir kumpasın ortasında kalan Walter’ın, CIA bağlantılı geçmişine
ait sayfalar açığa çıkar.
Aksiyon, oyunculuk ve hikaye tam anlamıyla yerli yerinde.
Oldukça kolay anlaşılan ve hazmedilen bir Arthur Penn filmi Target. Tüm bunlar
filmin işlerliği açısından muhteşem noktalar olmasına rağmen Arthur Penn’in son
derece piyasa bir isle kariyerine nokta koymasına kendisi açısından üzüldüm.
Açıkçası bu türün de bir yerine çomak sokmasını bekledim. Yeni palazlanan bu
tür sinemaya ayar çekmesini bekledim, ama nafile. Target son derece sürükleyici
ve güzel bir film, fakat iyi bir Arthur Penn filmi değil. İyi seyirler.
Filmin Fragmanı