Cinepopularica: Gerard Depardieu sorgusuna yönelik arama sonuçları
Gerard Depardieu sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster
Gerard Depardieu sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster

1 Ocak 2018 Pazartesi

Una pura formalità / Şüpheli 1994


Çözülmenin filmi




Giuseppe Tornatore'nin sinemasında ona ait algı zincirini bozan ilk film Şüpheli'dir. Onun dönem filmlerine, çocukluğa ve ilk gençlik travmalarına sonraki filmleriyle tekrar döneceğiz. Şüpheli', Tornatore sinemasında açılmış bir gedik gibi yorumlanmasın, gelin biz buna farklı bir deneyim yaşama isteği ya da ara başlık diyelim. Büyük yönetmen Roman Polanski'yle Fransa sinemasının en önemli aktörlerinden biri olan Gerard Depardieu'yü bir araya getiren film İtalya-Fransa ortak yapımı ve tamamiyle fransızca. 


Karanlık bir ormanda bir şeylerden kaçarken yakalanan ünlü roman yazarı Onoff (Gerard Depardieu), Yüzbaşı (Nicola Di Pinto) ve ekibi tarafından yakalanır. Müfettiş (Roman Polanski) tarafından sorgulandıkça bir cinayet şüphelisi olduğu anlaşılır. Açık vermemek için direnen Onoff, açlığın ve uykusuzluğun yarattığı etkiyle Müfettiş'in stratejisine teslim olur. 


Şüpheli gibi büyük oranda tek mekanda geçen filmler genellikle psikolojik dramalar oluyor. Bu noktada filmi yükselten ya da çekilmez kılan unsur oyunculuk ve görüntü yönetimidir. Görüntü yönetiminde Avrupa filmlerinin alt eşiği bile oldukça yüksektir, onu bir tarafa bırakalım. Roman Polanski kendi filmlerinde de önemli roller almıştır. Kiracı filminde, en usta oyunculardan daha usta oyunculuk sergilemiştir. Gerard Depardieu zaten aşılmaz bir abide gibidir Fransa sineması için. İkilinin uyumu filmi diri tutuyor, asla temposu düşmeyen bir film oluşu bu yüzdendir Şüpheli'nin.


Roman Polanski aynı yıl (1994) Ölüm ve Bakire adlı bir film çekti. İki filmin birbirine olan benzerliğine şaşıracaksınız. Çözülme, kabullenme ve seyirciyi ikilemde bırakan oyunculuk. Şüpheli'yi izlerken masumiyetin ne olduğunu ya da nerede durup hangi karakterin tarafında yer almamız gerektiğini şaşırıyoruz. Ölüm ve Bakire daha somut ve politik bir taraf barındırırken Şüpheli, karakterini izleyicisinden daha uzakta tutarak mesafesini belli ediyor. İlginç bir buluşma ilginç bir benzerlik. Bu filme şans verin. 


Filmin Fragmanı

23 Haziran 2016 Perşembe

Les valseuses / Taşaklar 1974

2 dakika okuma süresi


Aylaklığa yersiz övgü


Les valseuses / Taşaklar  1974

Henüz 20’li yaşlarında önemli yönetmenlerin asistanlığını yaparak sinemaya  adım atan Bertrand Blier, oyuncu olan babasının da katkılarıyla sinemayı bizzat setlerde, uygulamalı olarak öğrenen bir yönetmen. Aslında kendisinden önceki kuşakla, yani o efsanevi Yeni Dalga ekolüyle kurmaya çalıştığı bağlantının sebebi bu olsa gerek. Blier, 1967 yılında çektiği Eğer bir casus olsaydım adlı filmin ardından yönetmenliğe yedi yıl ara verip kendisini sadece senaryo ve roman yazmaya adar. Les valseuses (Le valsöz diye okunuyor), işte bu içe dönüş yıllarında roman olarak yazıp, sonra bizzat senaryolaştırdığı filmlerden biri. Uzun bir aradan sonra çektiği bu filmle, o sıralar sinemada var olmaya çalışan 26 yaşındaki Gerard Depardieu ile yollarının kesişmesi, ikisi için de bambaşka bir kapı aralamış olsa gerek, zira Depardieu’nün oyunculuğunun ilk döneminde oynadığı filmler içinde en bilineni bu. Blier yazar bir yönetmen yani auteur olduğu için sinema ve edebiyat ilişkisine ve sinema sanatının anlamına dair ettiği özlü sözlerle de pek mühim bir şahsiyettir. Bir söyleşisinde sinemayı fast food olarak gördüğünü söyleyip, filmlerini ciddiye bile almadığından bahseder. Sanırım Les valseuses'ü ciddiye almamak için yeterli bir bahanedir bu söz.

Les valseuses / Taşaklar  1974

Bütün işleri serserilik ve aylaklık olan Jean Claude (GerardDepardieu) ve Pierrot (Patrick Dewaere) sıradan bir araba hırsızlığı sonrası yakalanırlar. Arabanın sahibi, Pierrrot’yu testisterinden vurur. İkili, kaçmayı ve tedavi olmayı başarır. O günden sonra rastladıkları her kadın artık Pierrot’nun kalkmayan penisi için bir deneme tahtasına dönüşür. Araba olayından sonra yanlarına katılan Marie-Ange (Miou-Miou) de bir türlü cinsel tatmine ulaşamayan bir fahişe olarak ikiliye eşlik eder.

Les valseuses / Taşaklar  1974

Blier sinemasında kadının toplumdaki yeri ve mülkiyet ilişkilerine dair belirgin bir vurgu vardır. Bu filmin uyarlandığı romanın da novella olarak gayet tadında bir eser olduğuna, bu mülkiyet vurgusuna değinmek hususunda oldukça başarılı olduğuna inanmak isterim. Fakat filmdeki aylaklığa övgü, amaçsızlığa dönüşüyor. Yapmaya çalıştığı ironi her ne ise bu kez kadın karakterleri dışarıda bıraktığı için gerçekleştiremiyor. Marie-Ange'nin doyumsuz ve tatminsiz kadın karakteriyle meseleye bir kadın dahil edip, onu da cinsel hazzın peşinde koşan, eşit ve özgür insan kalıbına sokmak isteyen yönetmen, bu noktada hem kadını hem erkeği, eril bir kabalıkla ve argoyla eşitlemeye çalışıyor. Dolayısıyla sağlam bir alt metin ve hiciv barındırıyorsa da pek başarılı olduğu söylenemez. 


Filmin Fragmanı

2 Ocak 2018 Salı

La leggenda del pianista sull'oceano / 1900 Efsanesi 1998




Bir biyografinin efsanevi intiharı




Cennet Sineması, Giuseppe Tornatore'nin henüz ikinci filmiydi ve bu filmle Amerika sinema piyasasının en büyük ödülünü kazanıp adını sinema tarihine yazdırmıştı. Kendi ülkesinde filmler çekmeye devam ettikten sonra Roman Polanski ve Gerard Depardieu ile çalıştığı Şüpheli filmini Fransızca olarak çekti ve Fransa'da da iş yapmış oldu. 1900 Efsanesi ile birlikte Tornatore Amerika sınırına ayak basmış oldu. İngilizce çektiği bu film Tornatore'yi başka bir mertebeye taşıdı. Sermaye ve yapım bağlantıları bakımında İtalya sineması başlığında değerlendirmek durumda olsak da 1900 Efsanesi açık biçimde bir Amerikan filmidir. 


Avrupa'nın çeşitli yerlerinden yolcuları New York'a götüren bir Transatlantikte kimsesiz bir bebek bulunur. Danny Boodmann (Bill Nunn) bu bebeğe Lemon Nineteen Hundred (Tim Roth) adını verir. Hayatı boyunca gemiyi terk etmemiş olan Nineteen Hundred, geminin piyanosuyla haşır neşir olur. Gençliğinden itibaren dinleyen herkesi büyüleyen genç adam, karşısına gelen herkesi hatta caz müziği bulan adam olarak ün salan Jelly Roll Morton'ı (Clarence Williams III) bile müziğiyle alt eder. Onun orkestrasında çalan Max Tooney (Pruitt Taylor Vince), New York'ta bulduğu bir plakta Nineteen Hundred'in kaydına rastlar ve onu gemiden kurtarıp Dünya çapında tanıtmak ister. Fakat Ninteen Hundred gemiyle bütünleşmiş ve onunla birlikte yok olmayı göze almıştır.


Yirminci Yüzyılın başlarında Dünyanın en büyük piyanisti biri Vladimir Horowitz'di. Yine resitallerinden birinde kendisinden sonra piyanon başına oturan şişman bir siyahi, Horowitz'in çaldığı besteyi önce baştan sona ve sonra sondan başa çalar, tek eliyle değişik stillerde çeşitlemeler yapar. Horowitz bu stil karşısında piyano çalmaya on üç yıl arar verir. Rivayet odur ki gözleri çok az gören Art Tatum çocukluğunda dinlediği bir plakta piyanoyu iki kişinin çaldığını idrak edemeyip oldukça hızlı parmaklara sahip tek kişi olduğunu düşünür ve bu kişiyi taklit eder. Sonunda eşsiz bir stile ve hıza erişen Art Tatum gelmiş geçmiş en iyi piyanist olur. 1900 Efsanesi'nin hikayesi işte bu gerçek hikayeden oldukça etkilenmiş olsa gerektir. 


Birçok başarılı Amerikan filminde anlatıcı tekniği kullanılmıştır. Bu daha çok destansı filmlerde işe yarayan bir yöntem. 1900 Efsanesinde bu anlatım tarzını kullanılmasaydı, film maazallah üç buçuk saat sürerdi belki de. Adı üstüde 1900 Efsanesi'ni anlatan kişi aslında filmde zaten gösterilen sahneleri anlatmış oluyor, yani filmin süresinden tasarruf söz konusu değil. Süre konusu önemli, bu yüzden vurguluyorum, ironi yapıyorum. İki saat kırk beş dakikalık bir Amerikan filmi ne anlatırsa anlatsın sıkacaktır. Tornatore filmin temposunu bu handikapa rağmen oldukça yerinde tutmuş aslında. Tim Roth, başrolde ve bildiğimiz gibi. Doğup büyüdüğü gemiyi terk etmeyen karakter, dev bir balığın yuttuğu Yunus Peygamber'e de benzetilir yıkılan eviyle yerle bir olmayı göze alan bir direnişçiye de. Derin bir tutkuyla işine bağlı olan zaten sürekli yolculuklar yapar ve gidip gördüğü şeyler onu hayal kırıklığına uğratacağından bir türlü gitmeyi deneyemez. 


Filmin Fragmanı