Yalnızlık paylaşılır
Sofia Coppola’nın yazıp yönettiği film, beni gecenin bir
vakti koltuğa çiviledi. Amerikalı yönetmenler arada bir de olsa basit ve insani
hikayeleri itinayla anlattıklarında, coşkum ikiye katlanıyor, belki bir sebebi de bu. Ana akım sinemanın en önemli temsilcileri, film ritmi ve temposu konusundaki birikimlerini duyguyla birleştirebildiklerinde bambaşka bir sinemayla baş başa kalıyoruz. Nadiren oluyor, oldu mu tam oluyor. İletişimsizlik ve
bunalım söz konusu olduğunda abartının dozu öylesine kaçıyor ki, dayatılanın
dışındaki filmleri ancak tesadüfen keşfedebiliyoruz. Tükenmişlik sendromu üzerine çok ama boş konuşulan günlerde ruhsal
bunalım, yolculuk ve uzak diyarlarda bulunan ruh eşi, aynı zamanda bir imkansız
aşk gibi temaları işleyen filmler de var. Sofia Coppola, hayatın kısa ve öngörülemez anlarına sıkışan insanın hakiki yalnızlık anlarını mükemmelen anlatıp bir modern çağ klasiği yaratıyor.
Orta yaş bunalımını aşmaya çalışan ünlü aktör Bob Harris (Bill Murray),
bir viski firmasından aldığı reklam teklifi için Tokyo’ya gider. Tokyo’da
çalışan Amerikalı bir fotoğrafçının (Giovanni Ribisi) genç eşi Charlotte (Scarlett Johansson) ise iki yıllık
evliliğinde bunalıma girmiş ve eşiyle iletişim kuramaz hale gelmiştir. Aynı
otelde kalan Amerikalılar birbirilerine tutunur ve aralarında çıkarsız bir arkadaşlık bağı kurulur. Son
zamanlarda eğlenmedikleri kalan eğlenen Bob ve Charlotte, iletişimin imkansız
olduğu ilişkilerinde aşktan da üstün bir şey yaşadıklarını bilmektedirler. İki insanın birbirini asla anlayamayacaklarına ve iletişimsizlikte Babil Kulesi metaforuna atıfla başlayıp uzayan bazı yazılar okudum bu film hakkında. Filmin o berrak ve basit ruhunu zedelemekten başka işe yaramıyorlar, film bu entel zırvaları elinin tersiyle iten karakterleri konu ediniyor zaten. Başka bir ülkede, başka bir kültürde ve özellikle her şeyin hızla aktığı zamanlarda, yavaşlayıp birbirine rastlayan insanların filmi bu.
Hikayenin Tokyo seçimi, birçok anlamda oldukça akıllıca. Yabancılaşmayı anlatırken izleyiciye karşı daha anlaşılır olma fırsatı sağlıyor. Zamanın hızla akıp geçtiği, iki Amerikalının bile yabancıya dönüşebileceği daha sembolik bir kaos sembolü şehir bulunamazdı sanırım. Dışarıda kalma hali büyük planda herkesi, film evreninde Charlotte ve Bob Harris'i kapsıyor. İyi filmlere has olan türler arası geçirgenlik meselesi sayesinde drama ve komedi aynı sahne içinde harmanlanıyor. Herkesi o yabancılaşmanın içine dahil eden bu
tarafından, özellikle ve uzun uzun bahsetme sebebimi izleyince anlayacaksınız, zira kimi duyguların görsel bir ritme ihtiyacı var. O sırada 53 yaşında olan Bill Murray ve henüz 19 yaşında olan Scarlett Johansson muhteşem bir dünya yaratmışlar. Eternal Sunshine of the Spotless Mind evreninde bambaşka bir farkındalıkla oynayan Jim Carrey ve Kate Winslet gibi. Bill Murray’nin bu filmdeki oyunculuğuyla ilgili birkaç yazıya rastlamıştım, şimdi bu yorumların az bile olduğunu düşünüyorum. Scarlett Johansson da genç güzel ve seksi kadın kalıbından taşarak çok sayıda kaliteli filmde yer aldı. Filmin çarpıcı yalınlığını yakalayabilmek için yeterli miktarda yalnızlık, umut ve gece vakti tavsiye edilir.
Filmin Fragmanı