Deliliğin izinde
David Cronenberg sinemasının kendine has yöntemlerinden
biri, zihnin içinde kapılar açması. Hayallerin gerçekle keskin biçimde
ayrılmaması kimi zaman seyri zorlaştırıyor olsa da yönetmenin anlatı dünyasının
zenginliğinin de bir göstergesi oluveriyor. Kafa karıştırıp, filmin sonunda bizleri o
malum gerçekle baş başa bırakan sürprizli sonların adamı değil o. Ancak bunu her
filmi için söylemem de mümkün değil. Bazen beklenti öyle bir yükseliyor ve
izleyici olarak filmden öyle bir alt metin bekliyorsunuz ki, olmazsa yıkım.
Köstebek için konu yazmak oldukça yersiz olacaktır. Zira
filmin kendisiyle çelişme üzerine kurulmuş olması bunu zorlaştırıyor. Şöyle
söylesem yeterli olur gibi: Yıllarca rehabilitasyon merkezlerinde kalmış bir
adamın, evine dönüşü ve kafasında ördüğü olaylar örgüsüyle yüzleşmesi hakkına bir
film. Cronenberg bu tür ruhsal temas
filmleri için ingiliz oyuncularla çalışan bir yönetmen. Ralph Fiennes’ın ne
kadar önemli bir aktör olduğu göz önüne alınırsa Cronenberg’e hak vermemek zor.
Ayrıca filmin baş karaktere verdiği paye ingiliz oyuncular için daha anlaşılır.
Hamlet’in önemli karakteri Horatio benzeri bir performanstan söz ediyoruz.
Filmin adı, bir adamın çocukluğundan itibaren kafasının
içinde ördüğü ağı düğüm düğüm çözmesinden geliyor. Bunun mümkün olup olmadığını
seyirci olarak sadece yorumlayabiliyoruz. Yazının heyecanı kaçmasın diye başta
belirtmediğim ama ilk paragrafta geri dönmemizi sağlayacak vurgumu yaparak
bitirmek istiyorum. Film oldukça karmaşık ve daha da önemlisi Cronenberg’in
kimliğiyle pek de örtüşmeyen filmlerinden biri. Çok sakin bir kafayla, filmi satır satır okuyarak ve
belki de Patrick McGrath’ın romanını okuduktan sonra izlenirse bir şeyler yerli
yerine oturabilir.
Filmin Fragmanı