Tutkuların doğasına giriş
Michelangelo Antonioni’nin efsanevi sinemasına biraz da olsa
değinmek istiyorum. İnternet devrinde sanal ukalalık pek makbul biliyorum, ancak söz konusu Antonioni olunca tatlı tatlı ahkam kesme konusunda had bilmek gerekiyor. Azımsanmayacak bir kısa-belgesel film geçmişinden,
pratiğinden, sonra ilk filmi olan Bir Aşkın Öyküsü ile başlıyorum. Birçok
yönetmene en sevdiğiniz yönetmen kim diye sorulduğunda verdikleri cevap
Antonioni’dir. Usta, özellikle atmosfer yaratma konusunda eşi benzeri olmayan
bir beceriye sahip. Bir Aşkın Öyküsü, hikayeyi anlatmada biraz tutuk kalmasına
rağmen genç bir sinemacı olarak Antonioni’nin verdiği sinyal oldukça başarılı.
Dijital sinema dönemi insanları olarak filmlerin oldukça
büyük teknik sorunlar yaşadığı 50’li yıllardan pek haberdar değiliz. O dönemin
filmlerindeki ani görüntü zıplamalarından tutun da, kopuk sahnelere kadar olan
tüm zaafları hoş görmez isek bugünün aksaklıklarını yerden yere vurmaya kadar
götürebiliriz işi. Usta yönetmen bu filmde teknik sorunlarla epey boğuşmuş
gibi. Hikayenin tutukluğundan çok kopukluk gibi bir eksikliği var filmin.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’nın ve modern
toplumun bunalımını en iyi yansıtan yönetmenlerin başında gelen Antonioni, Bir
Aşkın Öyküsü’nde İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma bir aşk hesaplaşmasını
anlatıyor. Savaşın ardından servet sahibi olup kocasını terk eden Paolo (Lucia
Bose) ve uzun süredir birlikte olduğu Guido (Massimo Girotti) arasındaki aşkın izini süren dedektif Carloni
(Ferdinando Sarmi) üçgeninde yine bir sıkışma durumuna yönelen yönetmen,
dönemin ruhuna uygun olarak kara filmde karar kılıyor. Antonioni külliyatına giriş yaparken tüm
kusurlarına rağmen bu filmi göz ardı etmemek gerekir.