Cinepopularica

20 Mayıs 2021 Perşembe

The Woman in the Window / Penceredeki Kadın (2021)


Kifayetsiz çırpınış


the woman in the window

Amerikalı Yazar A. J. Finn'in 2018 yılında yayınlanan, çok satan kitabından uyarlanan The Woman in the Window (Penceredeki Kadın), 20th Century Fox yapımı. Pandemi sonrası mecburen Netflix'e kaymış, dolayısıyla ortak yapım haline gelmiş bir film daha. Sektörün efsanevi film şirketleri birbiri ardına Netflix'le daha ciddi işbirliğine girdiğine göre sanırım klasikçilerle dijitalciler ayrımı kendisini feshetmeye başlamıştır. A.J. Finn'in The Woman in the Window romanını okumadım, fakat filmden sonra yaptığım araştırmada başta adından, sonra referanslarından ötürü henüz roman aşamasında Alfred Hitchcock'un The Rear Window (Arka Pencere) filmiyle bağdaştırıldığını sıkça gördüm. Filmde bu gönderme henüz ilk sahnelerde yer buluyor zaten. Filmlerle yaşayan kadın karakterimizin açık televizyonunda The Rear Window (Arka Pencere) filminden bir kare görüyoruz. The Rear Window'u defalarca izlemiş biri olarak evvela iki film arasında biçimsel referanslar açısından yoğun bir benzerlik bulunmdığını söylemem gerekiyor. The Woman in the Window'un ana karakteri olan Anna agorafobi yüzünden kendisini evine hapsedip daha içsel bir korkuyu simgelerken, The Rear Window'un Jeff'i, kırık bacağından ötürü daha somut bir çaresizliğin temsili oluyor. Yönetmen Joe Wright, Atonement, Darkest Hour gibi dönem filmleriyle, daha çok öne çıkan, Hollywood'un yetenekli yönetmenlerinden biri. The Woman in the Window filmi için yarattığı dünyada, Hitchcock'tan daha çok Roman Polanski'nin, özellikle The Tenant, Rosemary's Baby ve Repulsion filmlerinde kurduğu tekinsiz atmosferi ve özellikle biçimsel üslubu referans aldığını düşünüyorum. Başarıp başamadığı ayrı bir konu elbette.

The Woman in the Window / Penceredeki Kadın (2021)

Manhattan'da yaşayan çocuk psikoloğu Anna (Amy Adams), Agorafobi hastalığı yüzünden uzun yıllardır toplum içine karışmaktan ve sokağa adım atmaktan uzak durmaktadır. Sokağı uzaktan gözetlemek ve sürekli film izlemekten başka bir yaşam belirtisi göstermeyen Anna'nın hayatı, Russell ailesinin karşı daireye taşınmasıyla değişir. Önce ailenin sorunlu ergen çocuğu Ethan (Fred Hechinger), sonra da Annesi Jane Russell'la (Julianne Moore) tanışan Anna, sürekli dikizlediği karşı komşusu Jane Russell'ın, kocası (Gary Oldman) tarafından öldürüldüğü bir geceyi polise ihbar eder. Alistair Russell (Gary Oldman), Anna'nın kendisine iftira attığını söyleyerek karısının yaşadığını ileri sürer ve Jane Russell'ı Anna'ya gösterir. Anna, daha önce tanıştığı Jane'le şimdiki Jane'in (Jennifer Jason Leigh) aynı kişi olmadığında ısrar etse de psikolojik sorunları olan, evden çıkamayan ve geçmişiyle sorunları olan birine kimseyi inandıramaz. 

The Woman in the Window / Penceredeki Kadın (2021)

Yönetmen Joe Wright bir söyleşisinde filmin Covid-19 sürecinden önce tasarlandığını ve pandeminin bir bakıma, kadın karakterin evden çıkamaması üzerindeki gerekçeyi sağlamlaştırdığını söylüyordu. Buna katılırım ve durumu avantajlı bulurum. Fakat filmin agorafobiyi de karakterin geçmişiyle bugünü arasındaki bağı da yansıtamadığını düşünmekteyim. Roman belli ki çok tanıdık bir konuyu psikolojik gerilimin karasularına çekerek yenilik yaratmaya çalışmış, fakat film bu psikolojik derinliği görüntü yönetiminin olanaklarına hapsederek kolaycılık peşinde koşuyor. Manhattan'da yalnız yaşayan, evden çıkamayan, komşularına karşı aşırı meraklı, hatta röntgenci bir karakterin, komşunun ergen oğluyla ve babasıyla yaşadığı korku dolu oyun bir yerden sonra o kadar kısırlaşıyor ki saniyelik şoklarla seyircisini korkutan Scream serisine evriliyor. Filmin başlangıç dokusuyla gelişme bölümünün dokusu son derece kopuk. Dış dünya tasviri yapılamadığı için agorafobik dünya, yani güven ortamı da kıymetini yitiriyor. Finalde yakalanmaya çalışılan rahatlama, arınma sekansı bu anlamda zerre önem arz etmiyor. Filmin, haklı olarak kıyaslandığı The Rear Window'la arasında 65 yıl var. O filmdeki yenilik ve durum gerilimi bu filmde klişeler yumağından öte gidemiyor. Oysa ki hep referans verdiğim yakın tarihli Babadook mekan ve hatıralar konusunda ne büyük ders vermişti. 


Filmin fragmanı

8 Mayıs 2021 Cumartesi

Gelincik (2020)

 

Gelincik: Caniler de yanar



gelincik-2020-netflix-orcun-benli-ahmet-mumtaz-taylan-kaan-yildirim-bulent-emrah-parlak-gelincik-film-elestirisi

Orçun Benli'nin altıncı uzun metraj filmi olan Gelincik, pandemi dolayısıyla Netflix'te vizyona giren filmlerden biri. İçinde bulunduğumuz tam kapanma günlerinde Orçun Benli'nin Gelincik filminin arka planındaki hikayeyle tesadüfen aynı günlere denk gelen bir 90'lar hesaplaşmasını YouTube üzerinden izlemekteyiz. Yurt dışındaki Sedat Peker, 90'lı yılların derin devlet sembolü olarak anılan Mehmet Ağar'la hesaplaşırken 90'lara dönüp aslında neler olduğunun muhasebesini tekrar yapmamızı sağladı. Daha doğrusu o yılları bilmeyen, sol geleneğe de hakim olmayan insanların öğrenmesine vesile oldu diyelim. Tüm bu bol şifreli mesajlaşmaların ve omerta dedikleri sessizlik yasasını bozmalarının üzerine Orçun Benli'nin Gelincik filmi tuz biber ekti. Orçun Benli'yle aynı kuşaktanız. Her gün yeni bir suikastın, kundaklamanın, katliamın sistemli biçimde yaşandığı 90'lar, bizim çocukluğumuzu erkenden politik bir oyun bahçesine dönüştürdü. O bakımdan filmin hafızaya yaptığı vurguyu önemli bulduğumu söyleyerek başlamak isterim. Bu anlamda ana karaktere verilen Ayhan adının da suikastçı özel harekâtçı Ayhan Çarkın'dan ödünç alındığına inanıyorum. Filme geçersek, Netflix'in tercih ettiği yerli filmlerde final sürprizini (final twist) ön koşul haline getirip getirmediğini de merak ediyorum. Uluslararası izleyici için yeni dönemde, ana akım bir Türk filmi formu yaratmaya çalışıyorlar sanırım. Geçen ay Kağıttan Hayatlar'ı konuşurken yine bir hafıza-şizofreni ve sürpriz sonlu filmden söz ediyorduk. Azizler keza hafıza üzerineydi. Gelincik filmi bu anlamda iyi bir zeminin üzerine oturdu. Tüm bu olumlu ön izlenimlerin yanında filmle ilgili birtakım olumsuz yorumlarımın da olduğunu şerh düşerek başlamak isterim. 

gelincik-2020-netflix-orcun-benli-ahmet-mumtaz-taylan-kaan-yildirim-bulent-emrah-parlak-gelincik-film-elestirisi

Gelincik, jeneriği dahil, 78 dakikalık süresini oldukça etkin kullanan bir film. Özellikle yerli filmlerin başat sorunu olan ikinci perdedeki sarkma, yani giriş gelişme ve sonuç üzerinden hareket ettiğimizde gelişme bölümünün insanı bezdirmesi, bertaraf edilmiş. Filmin ilk perdesi, yani 15 dakikası, yeni dönem İspanyol polisiyelerinden alışık olduğumuz bir hız barındırıyor. Kurgusu ve özellikle müziğiyle çok farklı bir tür filmi olarak başlıyor. Türe aşina olanlar Oriol Paulo'yu zaten anımsayacaklar. Bir müddet sonra ise olanlar oluyor ve filmin ritmiyle temposunda başka bir tercihe gidiliyor. Yani filmi sanki yönetmenden bağımsız çalışan birkaç kurgucu bağlamış gibi. Halbuki hem kurgu hem de görüntü yönetimi tarafına ciddi övgülerim var. Yerli sinemamız için öne çıkarmak istediğim söylem öncelikle yenilik arayışından kaynaklıdır. Nasipse Adayız için de aynısını söyledim. Yeni ama sarsıntılı bir söz söylemek, garantici bir doğruluktan daha önemli olmaya başladı. Şehirlilerin taşra hikayeleriyle ödüller toplandı. İran ve Sovyet sinemasının mahsulleri alındı, fakat artık çeşitliliğe yer verilmesi şart. Bu bakımdan Gelincik için Orçun Benli'nin çabasını önemli buluyorum. Ancak, filmin aşama aşama farklılaşan bir anlatım biçimi sorunu olduğunu da söylüyorum. Bir diğer mesele ise filmin hikayesi. Finale kadar ara ara karakterin şizofrenisinin ipuçları veriliyor. Finaldeki şaşırtmaca o sebeple cılız kalıyor, ancak hikayenin de başlı başına zayıf ve ilk akla gelen hikayelerden biri olduğu ortada. Karakterin karısı kendi canına kıysın, karakter de kafayı yesin. Biçimdeki övgüm, içerikte kendisini yergiye bırakıyor. Tüm olan bitenin 90'ların bir yanıyla da cümbüşlü tarafını görmezden gelmesi, dış dünyayla ilişki kurmadan soyutlamacı bir atmosfere meyletmesi filmi epey tekrara düşürmüş. 

gelincik-2020-netflix-orcun-benli-ahmet-mumtaz-taylan-kaan-yildirim-bulent-emrah-parlak-gelincik-film-elestirisi

Ahmet Mümtaz Taylan'ın gençliğini Kaan Yıldırım'ın oynaması fikrini biraz tuhaf bulmadım dersem yalan olur. Kaan Yıldırım tercihi, kötülüğün iyi bir surette de görünebileceği tezi üzerine kurulmuş, ama bu da özdeşleşme ve bağ kurma fırsatına ters düşüyor. Temiz bir yüzün kirli işlere bulaşmasını, karakterin acısını, pişmanlığını ve finalde başkalaşmasını izliyoruz. Kirli bir yüze sahip iyi bir aktör sayesinde film kendisini bir nebze kurtarabilirdi. Kaan yıldırım, filmin karanlık tonunu, trajedisini kaldırabilecek bir aktör değil. Filmin hikayesi hakkındaki düşüncem, diyaloglar konusunda da aynı. Özellikle ikinci perdedeki zorunlu durağanlık esnasında karakterlerden, oturmamış tiyatral tiratlar duyuyoruz. Gelincik'in diyalogları benim açımdan büyük bir hüsran oldu. Kaan Yıldırım'ı ne kadar yetersiz bulduysam Ahmet Mümtaz Taylan'ı da o kadar sıkılmış buldum. Rolü ele alırken o karakterin değil de kendisinin bezginliğini izliyor gibiyim son zamanlarda. Nuh Tepesi'ndeki Haluk Bilginer gibi Gelincik'teki Ahmet Mümtaz Taylan da yeteneğini cepten yemeye devam ediyor. Bu arada Ahmet Mümtaz Taylan'ı kesinlikle Haluk Bilginer'le aynı ligde görmüyorum. Ahmet Mümtaz Taylan'ı sadece Uğur Yücel'in Yazı Tura'sında beğenmiştim. Toparlarsam; filmin biçim ve teknik açıdan yenilikçi, içerik ve hikaye anlatıcılığı konusunda bir o kadar yetersiz olduğunu düşünüyorum. Yine de biçimdeki yenilik çabasının çok daha mühim olmaya başladığını eklemek isterim. Hikaye, diyalog, cast çalışması aşılır. Biçimdeki konfor alanını değiştirmek ise epey zaman alır. 

Filmin Müziği



Filmin fragmanı

26 Nisan 2021 Pazartesi

Nasipse Adayız (2020)


Prostatlı seçmenler ve yorgun demokratlar



Nasipse Adayız (2020)

Ercan Kesal'ın 2015 yılında çıkan Nasipse Adayız adlı kitabı, bizzat yaşanmış kara komik bir hikayenin resmini çizer. Okmeydanı'nda özel bir hastahanenin sahibi de olan Kesal, 2000'li yılların başında Cumhuriyet Halk Partisi'nin Beyoğlu Belediye Başkan Aday Adayı olur. Adaylığı yılan hikayesine dönen Kesal, 2008 yılında Nuri Bilge Ceylan'ın Üç Maymun filminin senaryosunda da kendisini gösterir ve orada yine bir aday adayı portresi çizer. Ercan Kesal, Üç Maymun'da, siyasi ikbâli için bir aileyi darmadağın etmekten çekinmeyen bir milletvekili adayıdır. Hikaye bununla kalmaz. 2011 yılında yine bir Nuri Bilge Ceylan filmi olan Bir Zamanlar Anadolu'da filminde, taşradaki bir doktorluk anısını kaleme alıp enfes bir senaryo yaratır. Burada oynadığı karakter yine seçimlerden ve köylünün dertlerinden yakınan bir muhtar temsilidir. Anlaşılan o ki Ercan Kesal, 2000'li yılların başında yaşadığı bu kirli seçim deneyimini bir şekilde kendisine dert etmiş ve zehrini akıtana kadar yazmış çizmiş. 2020 yılında tamamlanan filmde bu kez yönetmen koltuğunda Ercan Kesal oturuyor. Film, hem Adana Altın Koza Film Festivali'nde hem de Siyad töreninde en iyi film ödülünü kazandı. İstanbul Uluslararası Film Festivali'nden en iyi yönetmen ödülünü de ekleyerek büyük bir beklenti yarattı, fakat pandemi koşulları sebebiyle Netflix'te gösterime girmek zorunda kalan filmlere dahil oldu. 

Nasipse Adayız (2020)

Nasipse Adayız, fragmanında filmin omurgası ve kimliği hakkında yeterli ipucunu veren filmlerden. En azından esintinin Rumen Yeni Dalgası'ndan kaynaklı olduğunu birçok sinemasever anlamıştı. Rumen görüntü yönetmeni Barbu Balasoiu ve Kesal'ın hem gerçek hem de film icabı eşi olan Nazan Kesal'ın sevgilisi rolündeki Rumen karakter vasıtasıyla adrese teslim bir referans sunmuş oluyor zaten. Görüntü yönetimi ve reji oldukça başarılı olsa da filmin tekdüze temposunu zinde tutan ana gücün kurgu olduğunu belirtmek isterim. Eski bir kurgucu olarak Ali Aga'nın müthiş bir ders verdiğini söylemem gerekir. Nasipse Adayız, 105 dakikalık süresiyle yer yer yavanlaşıp seyirciyi yoran bir film. Her ne kadar deneyimli bir sinemacı olsa da ilk filmini çeken her yönetmen gibi ''fazla olsun eksik olmasın'' kaygısını güdüp sahnelerle vedalaşamadığı muhakkak. Ercan Kesal, hem doktor olmasından hem de edebiyat ve sinemayla iç içe olmasından kaynaklı olarak insan doğasına çok hakim. Gücün yozlaştırıcılığını temsil ederken kullandığı bir sahne var ki başlı başına ustalık eseri. Bir düğün salonunda başkanı beklediği sırada genç bir kızla bir odaya girdiği ve kızla baş başa kalmanın ve gücün verdiği özgüveni kötüye kullanıp kullanmama kararsızlığına düştüğü sahneden bahsediyorum. İnsanın kötücül olmaya her daim hazır tarafını bundan daha iyi simgeleyen pek az sahne vardır Türk sinemasında. Filmin bütününde çok iyi oynayan Kesal bu sahnede özel bir gerçekçilikle oynuyor. Nasipse Adayız, taşra eserinde boğulan sinemamızı başka karasularına çeker mi bilinmez, ama bambaşka bir tür denemesi bile büyük iş. Ayrıca taşra sosyolojisini Okmeydanı, dernekler, memleketler üzerinden kentli bir bakışla anlatması cabası.

Nasipse Adayız (2020)

Ercan Kesal, senaryoda CHP'den bahsetmiyor, ortalama bir kitle partisi alegorisi çiziyor. İşte Cehape zihniyeti demese de, Kesal'ın deneyimini bilmiyor olsak da bu partinin Chp olduğunu anlayabilirdik. Bu kadar keskin ayrıntılar ancak zehir edilmiş bir seçim deneyiminden hatıra kalabilirdi. Egemen sağ partilerde bu gibi aday adaylığı tiyatroları yerine başka bir tepeden inmecilik olduğu için sağdan böyle anılar izlememiz biraz güç olurdu. Nasipse Adayız'ın tekrara düştüğünü ifade etmiştim. Bu durumdan kaynaklı olarak filmin ilk yarısıyla ikinci yarısı arasında anlatı farklılığı oluşması, dramatik olarak değişime gidilmesi gibi bir durum var. Bu anlamda kara mizahtan drama evrilen ama sonra esprilerine karşılık bulamayan, yani bir daha mizah tonunu yakalayamayan bir yapıdan söz edebiliriz. Ancak belirttiğim gibi Kentteki taşra ve siyasetteki acziyet, umursamazlık, cehalet ve çıkarcılık temaları için düşünülen doku son derece etkili kulanıldığı için eksiklerini örtebilen bir film Nasipse Adayız. Ercan Kesal'ı oyunculuğu için ayrıca tebrik ediyor ve kendisinden bir sinemasever olarak özellikle kısa filmler bekliyorum. Kendisinin kısa yazıları ve özellikle Radikal'de bir vakitler kaleme aldığı anekdotları arasında kısa film olayı hak eden muhteşem öyküler vardı. 

Filmin fragmanı